İş Hukuku - 2. Dönem Vize Notları
GENEL
ÇERÇEVE
Endüstriyel ilişkiler sistemimizde
reform yapmayı amaçlayan Toplu İş İlişkileri kanun tasarısı 18 Ekim 2012 tarihinde BMM'ce
kabul edilerek 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu adıyla 7
Kasım 2012 tarihli Resmi Gazetede yayınlanmış ve yürürlüğe girmiştir. Burada
Meclis Komisyonunun kabul ettiği son tasarı metninde TBMM'de verilen
önergelerle birkaç konuda değişiklikler yapıldığını kaydetmeliyiz. Bu
değerlendirmede önce bu alanda yeni bir yasaya ihtiyaç duyulmasının
nedenlerini, daha sonra sendikaların yapı ve işlevlerine ve sendikal
özgürlüklerin güvencelerine ilişkin düzenlemeleri, izleyen son bölümde ise toplu
sözleşme düzeniyle ilgili yeni kuralları eleştirel bir açıdan değerlendirmeye çalışacağız.
Türkiye'de sendikalar ve toplu iş sözleşmesi konusunda yeni bir yasal düzenleme
yapmanın gerekçeleri şöylece özetlenebilir:
1-
küresel
rekabet ve artan işsizlik karşısında güç kaybeden sendikacılığı çoğulcu
demokrasinin kaçınılmaz bir öğesi olarak teşvik etmek ve güçlendirmek,
2-
12
Eylül 1980 döneminin kısıtlayıcı ve günümüze dek uluslararası kuruluşlarca
eleştirilen düzenlemelerini değiştirip özellikle ILO'nun 87 ve 98 sayılı
Sözleşmelerine uyum sağlamak,
3-
2821
ve 2822 sayılı yasaların otuz yıllık uygulamasında ortaya çıkan bazı sorunlara
çözümler getirmek, ve
4-
Çeşitli
sebeplerle ve esas itibariyle işkolu barajının etkisiyle tıkanan toplu pazarlık
süreçlerinin önünü açmak.
4-
KAVRAMLAR
6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş
Sözleşme si Kanunu 2. maddesinde konu ile ilgili kavramların tanımını
vermektedir. Bu kavramlardan bazıları, örneğin çerçeve sözleşme, grup toplu iş
sözleşmesi, vb ilgili oldukları maddelerde esasen tanımlanmışlardır. Bazıları
ise sistemimizde esasen öteden beri mevcut ve aşina olduğumuz kavramlardır.
Kuruluş sözcüğü sendika ve konfederasyonu, yönetici kuruluşun ve şubenin
yönetim kurulu üyelerini, işveren vekili işveren adına işletmenin bütününü
yönetenleri, üst kuruluş konfederasyonları ifade etmektedir.2. maddenin 3.
fıkrasına göre işçi, işveren ve işyeri kavramları 4857 sayılı yasada
tanımlandığı biçimde anlaşılacaktır. “İşyeri” kavramı önceki mevzuata göre
biraz genişletilmiştir. Bu haliyle işyeri düzeyinde toplu sözleşme yetkisi ve
kapsamının belirlenmesinde bazı uygulama sorunlarına yol açabilecektir. Öte
yandan, kısmen 2821 sayılı Kanun döneminde olduğu gibi, işçi sayılacakların
kapsamı “iş sözleşmesi dışında ücret karşılığı iş görmeyi taşıma, eser, vekalet,
yayın, komisyon ve adi şirket sözleşmesine göre bağımsız mesleki faaliyet
olarak yürüten gerçek kişilerin” de ilavesiyle genişletilmiş, ancak bu
kişilerin sadece bu Kanunun ikinci ve altıncı bölümleri bakımından işçi
sayılacakları ifade edilmiştir. Bu ifade ile sayılan kişilerin kuracağı
sendikaların, önceki yasada olduğu gibi, toplu iş sözleşmesine ilişkin
hükümlerin dışında tutulduğu anlatılmak istenmiştir. Ne var ki, 1963
yasalarından günümüze dek uzanan sürede bu grupların -esas itibariyle toplu iş
sözleşmesi yapamamaları nedeniyle- sendikacılık alanında önemli bir varlık
göstermedikleri bilinmektedir. Bu nedenle daha sade ve gerçekçi olmak amacıyla
bu kategorilerin sendika mevzuatı dışında bırakılmaları belki daha uygun
olurdu.
SENDİKALAR
Sendikaların
Yapısına, Kuruluş ve Kuruculara Yönelik Düzenlemeler
Yeni yasa, 2821 sayılı önceki Kanun’un
3. maddesindeki “işçi ve işveren kuruluşları işkolu esasına göre ve Türkiye
çapında faaliyette bulunmak amacı ile bu işkolundaki işyerlerinde çalışan
işçiler tarafından kurulur” tanımlamasına yer vermemiştir. Ancak 6356 sayılı
Kanunun 3.maddesi, sendikaların önceden izin alınmaksızın kurulabileceği
ilkesini koyduktan sonra,"sendikalar kuruldukları işkolunda faaliyette
bulunur” demek suretiyle sendikal yapının işkolu sendikacılığı olacağını
dolaylı biçimde de olsa belirtmiş olmaktadır. Ayrıca 4.maddede işkollarının bu
Kanuna ekli (1) sayılı cetvelde gösterileceğini, işkollarının tespitinde göz
önüne alınacak esasları ve 5. maddede bir işyerinin girdiği işkolunun tespiti
yöntemini açıklayarak işkolu sendikacılığı ilkesini vurgulamaktadır. Daha
önceki değişiklik taslaklarındaki sendikaların işyeri ve meslek temelinde de
kurulabileceğini öngören düzenlemelere 6356 sayılı kanunda yer verilmemesi
isabetli olmuştur. Öte yandan” Türkiye çapında faaliyette bulunma” ilkesinin
yeni kanunda ifade edilmemiş bulunması bazı sorunlara yol açabilir. “Türkiye
çapında faaliyette bulunma” ifadesi zaten kısa sürede gerçekleştirilecek bir
olguyu değil, genel bir amacı yansıtıyordu. Bununla sendikanın faaliyet alanını
bir mahal, il, bölge, vb ile sınırlandırmasının söz konusu olamayacağı
kastediliyordu. Bu tanımlama ayrıca toplu iş sözleşmesi yetkisi için aranan
işkolu barajının arkasında sendika sayısının aşırı artışını önleyen dolaylı bir
koşul olarak da görülebilirdi. İşkolu temsil barajının düşürülmesi ya da
kaldırılması alternatifleriyle bir arada ele alındığında, -tabii sendika
enflasyonunu önlemek isteği hala geçerli ise-, “Türkiye çapında faaliyette
bulunma” tanımlamasının önemi yadsınamazdı. Yeni Kanun en azından “işkolu
çapında faaliyette bulunma amacıyla” ifadesini kullanarak aynı maksada hizmet
edebilirdi. Sendikal örgütlenme son tahlilde işyerinde işçilerce başlatılan bir
süreç olduğuna göre, yeni düzenlemede bir sendikanın yerel, bölgesel ve hatta
bir işyeri ile sınırlı kalma olasılığı vardır. 4. maddenin 3.fıkrasında “bir
işkoluna giren işlerin işçi ve işveren konfederasyonlarının görüşü alınarak ve
uluslararası normlar göz önüne bulundurularak Bakanlıkça çıkarılacak bir
yönetmelikle saptanacağı belirtilmiştir. Belki siyasi iktidarların sendikaların
yapılanması üzerindeki olası etkisini azaltmak için bu işin yönetmelik yerine,
değiştirilmesi daha güç olan tüzüğe dayandırılması daha doğru olurdu. 5.
maddenin 2. ve 3. fıkralarına göre, yeni bir toplu iş sözleşmesi için yetki
süreci başlamış ise işkolu değişikliği tespiti bir sonraki dönem için geçerli
olacak, işkolu tespit talebi ve buna ilişkin açılan davalar yetki işlemlerinde
ve yetki tespit davalarında bekletici neden sayılmayacak ve işkolu değişikliği
yürürlükteki toplu iş sözleşmesini etkilemeyecektir. 6356 sayılı Kanunda
kurucular için eski yasadaki “Türk vatandaşı olma, Türkçe okur yazar olma ve
sendikanın kurulacağı işkolunda fiilen çalışır olma koşulları” kaldırılmış,
sadece “fiil ehliyeti”ne sahip gerçek ve tüzel kişilerin kurucu olabileceği
belirtilmiş, kuruculuk için tüzükte öngörülen koşullarla yetinilebileceği ifade
edilmiştir. 6. Madde kuruculuğa engel olacak suçları azaltmış, cezaların
miktarını ise sınırlamamıştır. Bunun gibi kuruluş için gerekli işlemler
sadeleştirilmiş, idareye başvuruda kurucuların yapacağı yazılı beyanlar yeterli
görülmüştür. Kuruluşla ilgili diğer düzenlemeler 2821 sayılı yasadaki gibidir.
6356 sayılı kanun 2821 sayılı önceki yasanın sendika organlarına ilişkin
düzenlemelerini aynen benimsemiştir. Seçimler gizli oy, açık sayım ilkesine
göre yargı denetiminde yapılacaktır. Ayrıca, 26. Maddenin 1. ve 2. fıkralarında
yerinde bir yeni düzenleme yapılmıştır. Buna göre, "genel kurul dışında yapılan
delege seçimleri üyeler tarafından serbest, eşit, gizli oy, açık sayım ve döküm
esasına ve tüzük hükümlerine göre yapılır” ve “genel kurul dışında yapılan
delege seçimlerine seçim sonuçlarının ilanından sonra iki gün içinde yapılacak
itirazlar mahkeme tarafından kesin olarak karara bağlanır. Delege seçiminin
iptal edilmesi halinde seçimler on beş gün içinde yenilenir.” Böylece
işyerlerinde işçiler tarafından yapılacak şube düzeyindeki delege seçimlerinin
doğrudan yargı denetimine tabi olamayışından doğan sakıncalar daha açık bir
düzenlemeyle hafifletilmeye çalışılmıştır.
Sendika
Üyeliği: Kanun
üyelik yaşını on altıdan on beşe indirmiştir, böylece İş kanununun kapsamına
ilişkin yaş kriteri ile uyum sağlanmıştır. 6356 sayılı Kanun 17. Maddesinde,
önce, işçi ve işverenlerin aynı işkolunda ve aynı zamanda birden çok sendikaya
üye olamayacakları genel kuralını koymakta, işçi ve işverenlerin bu hükme
aykırı olarak birden çok sendikaya üye olmaları halinde-sistemimizde öteden
beri mevcut olan- “sonraki üyeliklerin geçersiz olacağı” düzenlemesini
tekrarlamaktadır. Ancak, 17. Maddenin 3.fıkrasına göre "aynı işkolunda ve
aynı zamanda farklı işverenlere ait işyerlerinde çalışan işçiler birden çok
sendikaya üye olabilir." Böylece 2010 yılında 5982 sayılı yasayla yapılan
Anayasa değişikliğinde kabul edilen değişiklik Sendikalar Kanununa da
geçirilmiş olmaktadır. ILO eleştirilerinde pek de gündemde olmayan bu sorun
yapılan bu düzenleme ile esnek zamanlı çalışanlara aynı işkolunda farklı
işverenlerle iş sözleşmesi yapılması hallerinde birden çok sendikaya üye olma
olanağı sağlamaktadır. Burada asıl önemli değişiklik, sendika üyeliğini
kazanılmasında ve kaybedilmesinde ulusal ve uluslar arası çevrelerde öteden
beri eleştirilen “noter koşulu”nun kaldırılmış olmasıdır. Sendikaya üyelik
Bakanlıkça sağlanacak elektronik başvuru sistemine e-Devlet Kapısı üzerinden
üyelik başvurusunda bulunulması ve sendika tüzüğünde belirlenen yetkili organın
kabulü ile e-Devlet kapısı üzerinden kazanılacaktır. Bunun gibi, her üye
e-Devlet Kapısı üzerinden çekilme bildiriminde bulunmak suretiyle üyelikten
çekilebilecek, e-Devlet çekilme bildirimi yine elektronik ortamda eş zamanlı
olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na ve sendikaya bildirilecektir.
Çekilme sendikaya bildirimden itibaren bir ay sonra geçerlilik kazanacaktır.
Üye bu bir aylık süre içinde başka bir sendikaya üye olduğu takdirde yeni
üyelik bu sürenin sonunda geçerlilik kazanacaktır. Sendika üyeliğinden
çıkarılma kararı genel kurulca verilebilecek, karar yine e-Devlet kapısı
üzerinden Bakanlığa elektronik ortamda bildirilecek ve üyeye yazılı olarak
tebliğ edilecektir. İşçi üye, kararın yazılı tebliğinden itibaren otuz gün
içinde mahkemeye itiraz edebilecek, mahkeme iki ay içinde kesin kararını
verecektir; üyelik çıkarılma kararı kesinleşene kadar devam edecektir. Üyeliğin
kazanılmasının ve üyelikten çekilmenin “noter koşulu”na bağlanması sendika
özgürlüğünü kısıtladığı, üye olmayı güçleştirdiği ve işçi için pahalı bir işlem
haline getirdiği gerekçesiyle son otuz yıldır uluslararası çevrelerce
Türkiye'nin eleştirilere uğramasına neden olan bir sorun olmuştur. Etkili ve
sağlıklı bir elektronik ortamın kurulması koşulu ile, getirilen yeni
prosedürlerin bu eleştirilere son vermesi beklenir. 6356 sayılı Kanunun
18.maddesinde yer alan yen bir düzenlemeyle üyelerden alınacak aidatların, üst
sınır ve tür bakımından bir sınırlama olmaksızın, sendikanın tüzüğünde
belirtilen usule göre genel kurul tarafından kararlaştırılacağı belirtilmiştir.
Aidatın işveren tarafından kaynakta kesilmesi (check-off) yöntemi muhafaza
edilmiş, bu işlem için daha önceki bazı taslaklarda yer verilen ilgili işçinin
onayı koşulu aranmamıştır.
Sendika
Özgürlüğünün Güvencesi
6356 sayılı Sendikalar ve Toplu
Sözleşme Kanununun 25. maddesi l. fıkrasında, “işçilerin işe alınmaları belli
bir sendikaya girmeleri veya girmemeleri, belli bir sendikadaki üyeliği
sürdürmeleri veya üyelikten çekilmeleri veya herhangi bir sendikaya üye
olmaları veya üye olmamaları şartına bağlı tutulamaz” hükmüne yer vererek
önceki 2821 sayılı yasanın 31. maddesindeki genel kuralı tekrarlamıştır.
2.fıkrada ise “işveren bir sendikaya üye olan işçilerle sendika üyesi olmayan
işçiler veya ayrı sendikalara üye olan işçiler arasında çalışma şartları veya
çalıştırmaya son verilmesi bakımından herhangi bir ayırım yapamaz . Paraya
ilişkin konularda toplu iş sözleşmesi hükümleri saklıdır” ilkesini, bunun gibi,
3.fıkrasında “işçiler sendikaya üye olmaları veya olmamaları, iş saatleri
dışında veya işverenin izni ile iş saatleri içinde işçi kuruluşlarının
faaliyetine katılmaları veya sendikal faaliyette bulunmalarından dolayı işten
çıkarılamaz veya farklı işleme tabi tutulamaz” kuralını, yine 2821 sayılı
yasaya paralel ifadelerle vurgulamıştır. Buraya kadar, önceki 2821 sayılı
yasayla yeni yasamız arasında, önemsiz bazı sözcükler dışında, bir farklılık
yoktur. Ancak 25. maddenin 4. fıkrası sendikal nedenlerle “fesih” halini
“sendikal faaliyetlerde bulunma” halinden ayrık biçimde ele almakta, ,
işverenin fesih dışında, yukarıdaki fıkralara aykırı hareket etmesi halinde
işçinin bir yıllık ücretinden az olmamak üzere sendikal tazminata hükmedilir”
yaptırımını adeta sendikaya üyelik ve sendikal faaliyetlere katılma halleri ile
sınırlamakta, ancak “fesih”(işe son verme) durumunu 4857 sayılı İş Kanununun iş
güvencesiyle ilgili hükümleriyle ilişkilendirmektedir. Nitekim 25.maddenin
5.fıkrasında, “sendikal bir nedenle iş sözleşmesinin feshi halinde, işçi, 4857
sayılı Kanunun 18,20 ve 21. madde hükümlerine göre dava açma hakkına sahiptir.
İş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiğinin tespit edilmesi haklinde,
4857 sayılı Kanunun 21.maddesine göre işçinin başvurusu, işverenin işe
başlatması veya başlatılmaması şartına bağlı olmaksızın sendikal tazminata
karar verilir. Ancak işçinin işe başlatılmaması halinde, ayrıca 4857 sayılı
Kanunun 21. maddesinde belirtilen tazminata hükmedilmez” denmektedir. 25.
maddenin 5.fıkrasındaki bu düzenlemenin ilk cümlesi, sendikal nedenle iş
sözleşmesinin feshi halinde sadece iş güvencesi kapsamındaki işçilerin dava
açma hakkına sahip oldukları izlemini yaratmış ve işçi sendikalarının tepkisine
neden olmuştur. Bu yöndeki yoruma göre büyükçe bir işçi kesimi, diğer bir
deyişle İş Kanunu şemsiyesi altında fakat iş güvencesi kapsamı dışında olanlar,
bunun gibi Borçlar Kanunu, Deniz İş Kanunu ve Basın İş Kanununa göre çalışanlar
sendikal
güvence dışında kalacaklardır. Ne var
ki, 25. maddenin 5.fıkrasının son cümlesi, bununla belli bir çelişki taşısa da,
“işçinin 4857 sayılı Kanunun yukarıdaki hükümlerine göre dava açmaması ayrıca
sendikal tazminat talebini engellemez” hükmüne yer vererek bu kötümser yorumu
kısmen önlemiştir. Bu cümlede söz konusu olan ve yukarda değindiğimiz işçi
grupları esasen 4857 sayılı İş Kanununun ilgili iş güvencesi hükümlerine göre
dava açamazlar. Bu nedenle, aslında kastedilen anlamla buradaki ifade arasında
çelişki vardır. Aslında Toplu İş İlişkileri Kanunu taslağının TBMM komisyonunun
kabul ettiği son metninde yer alan “sendikal nedenlerden dolayı iş
sözleşmesinin feshi halinde işçinin 4857 sayılı Kanunun 18.maddesinin
l.fıkrasındaki otuz işçi ve altı aylık kıdem çalışma süresi koşulu aranmaksızın
20. ve 21. madde hükümlerine göre dava açma hakkına sahip olduğu, iş
sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiğinin tespit edilmesi halinde, 4857
sayılı Kanunun 21. maddesine göre işçinin başvurusu, işverenin işe başlatması
veya başlatmaması şartına bağlı olmaksızın sendikal tazminata karar verileceği,
ancak işçinin işe başlatılmaması halinde, ayrıca 4857 sayılı Kanunun
21.maddesinin 1 fıkrasında belirtilen tazminata (dört ay ila sekiz aya kadar
olan ücret tutarındaki iş güvencesi tazminatına) hükmedilemeyeceği cümlesi çok
daha açık ve belirgin bir ifade idi. Bu aşamadaki kanımıza göre, 25. maddenin
5.fıkrasındaki hükmün geniş yorumlanarak, iş güvencesi kapsamı dışında kalan
tüm işçilerin sendikal nedenle iş sözleşmelerinin feshi halinde dava açma ve
sendikal tazminat talebinde bulunma hakkına sahip olduklarını kabul etmek
gerekir. İşçi için sendika özgürlüğünün korunması ihtiyacı en çok ve belirgin
biçimde iş sözleşmesinin sendikal nedenle feshi halinde ortaya çıkar, bunun
dışında istihdamın devamı süresinde sendikal ayırımcılığa karşı korunma hali
ikinci planda kalır. Aslında mevcut pozitif hukuka göre iş güvencesi kapsamına
giren ve iş sözleşmesi sendika üyeliği veya sendikal faaliyet dolayısıyla
feshedilen işçinin güvence hükümleri bağlamında sendikal tazminat yanı sıra iş
güvencesi tazminatı isteme hakkı da söz konusu olabilirdi. Yürürlüğe giren yeni
Sendikalar ve Toplu Sözleşme Kanunu 25. maddesinde getirilen yenilik, sendikal
tazminat yanı sıra iş güvencesi tazminatı istenemeyeceğinin açıkça düzenlenmiş
olmasıdır. Düzenlemeye temel olan iktidar ilişkilerinin mantığına göre, burada
asıl saik, kanımızca iş sözleşmeleri sendikal nedenle feshedilen işçilerin aynı
zamanda “işe iade/iş güvencesi tazminatı” taleplerinin önlenmek istenmiş
olmasıdır. 6356 sayılı yeni Sendikalar ve Toplu Sözleşme Kanun 25.maddesinin
6.fıkrasında iş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiğine ilişkin davada
feshin nedenini ispat yükümlülüğünün işverene ait olduğu, feshin işverenin
ileri sürdüğü nedene dayanmadığını iddia eden işçinin ise feshin sendikal
nedene dayandığını ispatla yükümlü olacağı belirtilmiştir. 7.fıkraya göre ise,
fesih hali dışında, işverenin sendikal ayırımcılık yaptığı iddiasını işçi ispat
etmekle yükümlüdür. Ancak işçi sendikal ayırımcılık yapıldığını güçlü biçimde
gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren davranışının nedenini ispatla
yükümlü olacaktır.
İşyeri
Sendika Temsilcisinin Güvencesi
Sendika özgürlüğünün kullanılmasında
sendika işyeri temsilcilerinin kritik bir önemi vardır. Sonuçta sendikal
hakların kullanılması, toplu iş sözleşmesinin uygulanması ve denetimi, üyelerin
(işçilerin) sendika ve işveren ile iletişiminin sağlanması,, şikayet disiplin
ve uyuşmazlık çözümü işlevlerinin yerine getirilmesi ve son tahlilde örgütlenme
faaliyetinin yürütülmesi işyeri düzeyinde gerçekleştirilecektir. İşverenle iş
ilişkisi devam eden bu temsilcilerin işlevlerini güvenle yerine getirebilmeleri
için diğer sendika fonksiyonerlerine göre feshe ve ayrımcılığa karşı daha güçlü
biçimde korunmaları zorunludur. Bu ilke hem sendika özgürlüklerinin geçerli
olduğu tüm diğer ülkelerde, hem de ILO'nun 135 sayılı Sözleşmesinde
vurgulanmıştır.
Yürürlüğe giren 6356 sayılı Yasanın 24.
maddesinin ilgili fıkraları şöyledir. MADDE 24 – (1) İşveren, işyeri sendika
temsilcilerinin iş sözleşmelerini haklı bir neden olmadıkça ve nedenini yazılı
olarak açık ve kesin şekilde belirtmedikçe feshedemez. Fesih bildiriminin
tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde, temsilci veya üyesi bulunduğu
sendika dava açabilir.
(2) Dava basit yargılama usulüne göre
sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi hâlinde Yargıtay kesin
olarak karar verir.
(3) Temsilcinin işe iadesine karar
verilirse fesih geçersiz sayılarak temsilcilik süresini aşmamak kaydıyla fesih
tarihi ile kararın kesinleşme tarihi arasındaki ücret ve diğer hakları ödenir.
Kararın kesinleşmesinden itibaren altı iş günü içinde temsilcinin işe
başvurması şartıyla, altı iş günü içinde işe başlatılmaması hâlinde, iş
ilişkisinin devam ettiği kabul edilerek ücreti ve diğer hakları temsilcilik
süresince ödenmeye devam edilir. Bu hüküm yeniden temsilciliğe atanma hâlinde
de uygulanır.
(4) İşveren, yazılı rızası olmadıkça
işyeri sendika temsilcisinin işyerini değiştiremez veya işinde esaslı tarzda
değişiklik yapamaz. Aksi hâlde değişiklik geçersiz sayılır.
5. Bu madde hükümleri işyerinde
çalışmaya devam eden yöneticiler hakkında da uygulanır.”
Sendika
Yöneticisinin Güvencesi
Profesyonel sendika yöneticisi olarak
adlandırılan kişiler bu görevleri kabul ederek işlerinden ayrılırken onların
belli bir gelecek güvencesiyle hareket etmelerini sağlamak isteği endüstriyel
ilişkiler sistemimize ilk kez 1963 tarihli 274 sayılı Sendikalar Kanunu ile
yansımış, bunu izleyen tüm sendikal mevzuat düzenlemelerinde tekrarlanmıştır.
Sendika yöneticilerinin güvencesi diyebileceğimiz bu yaklaşımın nedenleri
arasında ülkemizde profesyonel sendika yöneticilerinin gelişmesini teşvik
etmek, yöneticinin seçim sürecinde tekrar seçilmeme olasılığını önlemesine
yönelik direncini hafifleterek sendika demokrasisine katkıda bulunmak, bu yolla
gelir ve statüsü yükselecek yöneticinin işveren karşısında görevini daha
güvenle ve etkin biçimde yapmasını sağlamak gibi saikler yer almıştır. Bu
alandaki düzenlemeye göre işçi kuruluşlarının yönetim kurullarında ve
başkanlığında görev yapmak üzere kendi istekleri ile işyerinden ayrılan
işçilerinin görevlerinin belli nedenlerle sona ermesi durumunda üç ay içinde
işverene başvurmaları halinde işveren tarafından bir ay içinde o andaki
şartlarla eski işlerine veya eski işlerine uygun bir işe alınacakları
öngörülmüştür. Öğretide “kanundan doğan sözleşme yapma zorunlulukların”dan biri
olarak yer alan bu yükümlülük yasadaki bazı belirsizlik ve boşluklardan ötürü,
yöneticinin kıdem tazminatı ve eski işine dönebilmesi açısından farklı yargı
kararlarına ve tartışmalara yol açmıştır. Burada başlıca boşluk işverenin
yükümlülüğünü yerine getirmemesi durumunda cezai yaptırım dışında hukuki bir
yaptırımın öngörülmemiş olmasıydı. Şöyle ki, yönetici eski işinden kendi
isteğiyle ayrılmış olduğundan ortada artık kıdem tazminatı gibi fesihle ilgili
hakların istenileceği bir iş sözleşmesi yoktur. Yöneticinin otomatik olarak
eski işine dönmesi ve sonra koşulları gerçekleşince fesihle ilgili haklarını
talep edebilmesi ancak iş sözleşmesinin yöneticilik süresince askıda kaldığının
kabulü halinde söz konusu olabilecekti. Sorunun çözümü uygulamada toplu iş
sözleşmelerine konan bazı hükümlerle de mümkün olmamıştır. 6356 sayılı yeni
yasa ise 23. maddesinde getirdiği düzenlemelerle günümüze dek ortaya çıkan
hukuki sorunları çözmeyi amaçlamaktadır. 23. madde üç ayrı fıkrasında bu alanda
söz konusu olabilecek üç hali düzenlemektedir. 1. fıkraya göre, kural olarak,
“işçi kuruluşunda yönetici olduğu için çalıştığı işyerinden ayrılan işçinin iş
sözleşmesi askıda kalır. Yönetici dilerse işten ayrıldığı tarihte iş
sözleşmesini bildirim süresine uymaksızın veya sözleşme süresinin bitimini
beklemeksizin fesheder ve kıdem tazminatına hak kazanır. Yönetici, yöneticilik
süresi içerisinde iş sözleşmesini feshederse kıdem tazminatı fesih tarihindeki
emsal ücret üzerinden hesaplanır.” Görüldüğü gibi, işçi isterse yönetici
seçildiğinde, isterse yöneticilik süresi içinde (yani, iş sözleşmesi askıda
iken) iş sözleşmesini feshettiği takdirde, diğer şartlar da uygunsa, kıdem
tazminatına hak kazanacak, bundan sonrasında ise haliyle yöneticilik güvencesi
söz konusu olmayacaktır. 23. maddenin 2.fıkrasına göre ise, “iş sözleşmesi
askıya alınan yönetici, sendikanın tüzel kişiliğinin sona ermesi, seçime
girmemek, yeniden seçilmemek veya kendi isteğiyle çekilmek suretiyle görevinin
sona ermesi halinde, sona erme tarihinden itibaren bir ay içinde ayrıldığı
işyerinde işe başlatılmak üzere işverene başvurabilir. İşveren talep tarihinden
itibaren bir ay içinde bu kişileri o andaki şartlarla eski işlerine veya eski
işlerine uygun bir işe başlatmak zorundadır. Bu kişiler süresi içinde işe
başlatılmadığı taktirde iş sözleşmeleri işverence feshedilmiş sayılır.” Diğer
bir deyişle, işçi kuruluşunda yönetici olmasından ötürü iş sözleşmesini
feshetmeyen işçinin iş sözleşmesi askıda kalacak, bu yönetici görevinin
“sendikanın tüzel kişiliğinin sona ermesi, seçime girmemesi, yeniden
seçilmemesi veya görevinden istifa etmesi” hallerinde bir ay içinde ayrıldığı
işyeri işverenine başvurusu halinde, işveren kendisini bir ay içinde eski işine
veya eski işine uygun düşen bir işe başlatmakla yükümlü olacaktır. İşveren
işçiyi süresinde işe başlatmazsa sözleşmeyi feshetmiş sayılacak ve fesihle
ilgili hukuki sonuçlarla karşılaşacaktır. Böylece, yönetici güvencesinin hukuki
yaptırımı pekiştirilmiş olmaktadır. 23. madde 3. fıkraya göre ise, “Yukarıda
sayılan nedenler dışında yöneticilik görevi sona eren sendika yöneticisine ise
başvurması hâlinde işveren tarafından kıdem tazminatı ödenir. Ödenecek
tazminatın hesabında, işyerinde çalışılmış süreler göz önünde bulundurulur ve
fesih anında emsalleri için geçerli olan ücret ve diğer hakları esas alınır.
İşçinin iş kanunlarından doğan hakları saklıdır.” Böylece 23. madde (2. fıkrada
belirtilen nedenler dışında görevi sona eren sendika yöneticisi işverene
başvurduğu takdirde işyerinde çalıştığı süreler ve fesih tarihindeki emsal
ücrete dayalı olarak kıdem tazminatına hak kazanabilecektir. 23. maddedeki
düzenlemenin, değişik halleri kapsaması dolayısıyla bu konudaki uygulama
sorunlarına son vereceği söylenebilir. Ancak yöneticinin yönetim görevi
sırasında iş sözleşmesi askıda iken sözleşmeyi feshetmesi (23.madde 2. fıkra) halinde,
belki feshin türü uygulamada bazı tereddütlere yol açabilecektir.
Sendikaların
Faaliyetleri
6356 sayılı yeni yasada işçi ve işveren
kuruluşlarının hangi faaliyetlerde bulunabileceklerinin belli bir madde altında
sıralanması yerine bu konunun tüzüklere bırakılması yeğlenerek bu kuruluşların
serbestçe faaliyette bulunması ilkesi benimsenmiştir. Buradaki bir amaç da
yasakların azaltılmasıdır. 26. maddenin 7. fıkrasına göre, “kuruluşlar siyasi
partilerin ad, amblem, rümuz ve işaretlerini kullanamaz.” 8. fıkraya göre
kuruluşlar ticaretle uğraşamazlar; ancak genel kurul kararıyla nakit mevcudunun
yüzde kırkından fazla olmamak
kaydıyla sanayi ve ticaret
kuruluşlarına yatırımda bulunabilirler. Fakat elde ettikleri gelirleri üyeleri
ve mensupları arasında dağıtamazlar. (Sendikaların grev ve lokavt suresince
üyelerine yapacakları yardımlar ile eğitim amaçlı yardımları bu hükmün
dışındadır.) İfadeler 2821 sayılı yasanın cümlelerinin aynıdır. Ancak 2821
sayılı Kanunun 32. Maddesindeki yardımlara ilişkin ayrıntılı düzenlemeler
yerine serbesti alanını genişleten bir yaklaşım benimsenmiştir. Öte yandan 2821
sayılı Kanunun 44. Maddesinde giderlerle ilgili bir zorunluluk olarak
zikredilen “işçi sendikalarının “.... ayrıca gelirlerinin en az yüzde onunu
üyelerinin eğitimi ile mesleki bilgi ve tecrübelerinin arttırılması amacıyla
kullanmaları “zorunluluğu kaldırılmıştır. Oysa söz konusu zorlayıcı hüküm
işçilerin mesleki eğitimlerine ve sendikacılık bilinci kazanmalarına yıllar
içinde katkılar yapmış, yararlı bir amaca hizmet ettiğinden dolayı da
sendikaların iç faaliyetlerini serbestçe düzenlemelerini öngören 87 sayılı
Sözleşmeye aykırılığı gerekçesiyle ILO tarafından da hiçbir zaman
eleştirilmemiştir. Sendikalarımızın 1963 yasalarınsan bu yana, son yıllarda
sınırlı da olsa, sürdürdükleri bu çeşit eğitim faaliyetleriyle çok sayıda
işçinin eğitimine katkı yaptıkları bilinmektedir. Mevcut durumda sendikaların
benzer bir faaliyeti benzer koşullarla kendi tüzüklerinde kararlaştırmaları
kuşkusuz yine mümkündür. 26.madde 2.fikrasında sendika dışında
konfederasyonlara da işçi ve işverenlerin menfaatlerini ilgilendiren konularda
üyelerini temsilen dava açma ve husumet ehliyeti tanımıştır. Buradaki dava
ehliyeti üyelerin veya mirasçılarının yazılı başvuruları üzerine maddi vakalara
ilişkin dava ehliyetinden farklıdır. Söz konusu olan, üyelerini temsilen
sendikanın açtığı davanın devamı süresinde sendika üyeliği sona ererse, işçi ya
da işverenin yazılı onayı alınarak, bireyin iradesi dışında temsili önlenmek
istenmiştir. 26. madde ayrıca işçi ve işveren kuruluşlarının gerek üyeleri yolu
ile, gerek faaliyetleri bağlamında birbirinden bağımsızlığını vurgulamış,
kuruluşların üyelerine sağladığı hak ve çıkarların üye olmayanlara
uygulanmasının (toplu iş sözleşmesine ilişkin menfaatler saklı kalmak kaydıyla)
sendikanın yazılı onayına bağlı olacağı belirtilmiştir. Kanunun 28. Maddesi
sendika özgürlüğü v bağımsızlığı ilkesini korumak amacıyla kuruluşların siyasi
partilerden ve kamu kurum ve kuruluşlarından, işveren kuruluşlarının işçi kuruluşlarından,
işçi kuruluşlarının da işveren kuruluşlarından mali yardım ve bağış almalarını
yasaklamıştır. Kuruluşların yurt dışındaki kişi kurum ve kuruluşlardan yardım
almaları yasaklanmayarak sadece Bakanlığa önceden bildirimde bulunma
zorunluluğu getirilmiştir. Ancak 28.madde 3.fıkrada işçi kuruluşlarının yurt
dışındaki işveren kuruluşlarından, işveren kuruluşlarının ise işçilerden ve
işçi kuruluşlarından bağış ve yardım almaları yasaklanmıştır.
Sendikaların
Denetimi; Faaliyetin Durdurulması, Kapatma
29.madde gereğince kuruluşların
denetimi denetim kurulları veya denetçilerce gerçekleştirilecek, ancak genel
kurulun gelir ve giderlere ilişkin bağımsız mali denetimi 3658 sayılı Kanuna
göre denetim yetkisine sahip yeminli mali müşavirlerce yapılacaktır. Daha
önceki çeşitli değişiklik taslaklarında yer ala bu düzenleme böylece yasal bir
temele dayandırılmış olmaktadır. ILO sendikaların mali açıdan denetimine karşı
olmadığına göre burada bir sorun yoktur. Bu bağımsız denetimin yapılmış olması
esasen denetim kurullarının yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacaktır. 29.
maddenin 4. fıkrasına göre ise, kuruluşların ve şubelerin kurucuları ve
yöneticileri kendileri, eşleri ve velayetleri altında bulunan çocuklarına ait
mal bildirimlerini ilgili kanun ve yönetmeliklere uygun olarak vermek
zorundadırlar. 31. madde kuruluşların mahkeme kararı ile kapatılmasını,
faaliyetlerinin durdurulmasını ve yöneticilerin geçici olarak görevden
alınmasını düzenleyen hükümleri içermektedir. Ancak sendika yöneticilerinin
bireysel davranışları nedeniyle kuruluşun kapatılması yerine yöneticilerin
görevlerine son verilmesi öngörülmüş, böylece kuruluşun varlığının korunması
amaçlanmıştır.
Toplu
İş Sözleşmesi
6356 sayılı Kanun toplu iş sözleşmesi,
uyuşmazlıkların çözümü yolları ve grev – lokavt konularında 2822 sayılı yasanın
sistematiğini benimsemiş ve bazı maddelerini aynen tekrarlamıştır. Bu nedenle
izleyen patagraflarda esas itibariyle yeni yasanın değişiklik ve yenilik içeren
boyutları incelenmiştir. Toplu Pazarlığın Yapısına ve Toplu İş Sözleşmesi
Türlerine İlişkin Düzenlemeler 6356 sayılı Kanun 33. maddenin 1. ve 2.
fıkralannda toplu iş sözleşmesini 2822 sayılı yasadaki ifadelere paralel
biçimde tanımlamış, 3. fıkrasında yeni bir toplu iş sözleşmesi türü olarak
“çerçeve sözleşme” kavramını getirmiş, 34. maddede ise, “bir toplu iş
sözleşmesinin aynı işkolunda bir veya birden çok işyerini kapsayabileceği”
kuralından sonra “işletme toplu iş sözleşmesi” ve ülkemiz uygulamasında esasen
bilinen ancak önceki mevzuatta açıkça değinilmeyen “grup toplu iş
sözleşmesi" kavramılarını açıklığa kavuşturmuştur.
Grup
Toplu İş Sözleşmesi
Bilindiği gibi, 2822 sayılı yasa
döneminde de birden çok işverene ait olup aynı işkolunda yer alan işyerlerinin
ve işletmelerin her birinde yetkili olan işçi sendikası ile bu işverenlerin
üyesi bulunduğu işveren sendikasının anlaşmaları halinde grup toplu iş
sözleşmesi yapabilmekteydi. Buradaki sorunlar, işçi sendikası bu tür bir sözleşme
yapmak istemediği hallerde işveren sendikasının onu buna zorlayacak bir imkana
sahip olamamasından kaynaklanmakta, işçi sendikasının ise işveren sendikasını
grev yolunu kullanarak işveren tarafını grup toplu sözleşmesi yapmaya
zorlayabilmesi görüşü ileri sürülüyordu. Grup toplu iş sözleşmesi kavramına ilk
kez 6356 sayılı Kanunda değinilmekte, grup toplu iş sözleşmesinin işveren
sendikası ile işçi sendikası arasında aynı işkolunda kurulu birden çok işverene
ait işyerleri ve işletmeleri kapsamak üzere yapılabileceği hükmüne yer
verilmektedir. Gerekçedeki açıklamaya göre, taraflar grup toplu iş sözleşmesi
yapmak üzere anlaşmayı her zaman yapabileceklerdir. Bu doğrultuda anlaşma yetki
tespiti başvurusundan önce yapılmış ise Bakanlıkça işçi sendikasına çoğunluğa
sahip olduğu işyerlerini esas alarak grup toplu iş sözleşmesi yapma yetki
belgesi verilecektir. İşçi sendikasının işyerleri için ayrı ayrı yetki belgesi
almasından sonra da grup toplu iş sözleşmesi yapma anlaşması yapılabilecektir.
Taraflar grup toplu iş sözleşmesi yapma konusunda anlaşma yaptıkları tarihten
sonra tek toplu iş sözleşmesi yapılmasına ilişkin süreç başlatılacaktır. Bu
kapsamda, grup toplu iş sözleşmesi yapılması sırasında çıkan uyuşmazlıklarda
tek arabulucu atanacak, tek grev ve lokavt kararı alınacaktır.
İşletme
Toplu İş Sözleşmesi
Kanunun 34. maddesinin 2. fıkrasına
göre, “bir gerçek ve tüzel kişiye veya bir kamu kurum ve kuruluşuna sait aynı
işkolunda birden çok işyerinin bulunduğu işyerlerinde toplu iş sözleşmesi ancak
işletme düzeyinde yapılabilir.” Yeni yasa böylece 2822 sayılı yasadaki
düzenlemeyi aynen benimsemiş olmaktadır. Ancak geçmiş dönemde işletme
sözleşmesine ilişkin bazı sorunlar tarafları ve yargı organını meşgul etmişti.
Bu bağlamda burada önemli olan düzenleme esas itibariyle “işyerinin veya bir
bölümünün devri” başlığı altında 38. Maddede getirilmiştir. Eski yasa döneminde
işletme sözleşmesinin yapılmasından sonra işletme kapsamına giren ya da
kapsamın dışına çıkan işyerlerinde toplu iş sözleşmesinin devamı sorunu mevcut
belirsizlikler dolayısıyla ortaya önemli sorunlar çıkarıyordı. Yeni yasa 38.
maddesinde bu alanda üç alternatifi dikkate alarak çözümler getirmeye
çalışmıştır. Şöyle ki,
1-
“işletme
toplu iş sözleşmesi kapsamında olan ya da toplu iş sözleşmesi bulunan bir
işyeri veya işyerinin bir bölümünün devrinde, devralan işverenin aynı işkoluna
giren işyeri veya işyerlerinde yürürlükte bir toplu iş sözleşmesi var ise,
devralınan işyeri veya işyerlerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinden doğan hak
ve borçlar, iş sözleşmesi hükmü olarak devam eder.”
2- “Devralan işetmenin işyeri ya da
işyerlerinde uygulanan bir toplu iş sözleşmesi yok ise, devralınan işyerinde
yürürlükteki toplu iş sözleşmesinden hak ve borçlar, yeni bir toplu iş
sözleşmesi yapılıncaya kadar toplu iş sözleşmesi hükmü olarak devam eder.” 3-
“Toplu iş sözleşmesi bulunmayan bir işyerinin işletme toplu iş sözleşmesi
tarafı olan bir işverence devralınması durumunda işyeri, işletme toplu iş
sözleşmesi kapsamına girer.” 38. maddede yapılan bu düzenlemeler geçmişte bu
alanda yaşanan sorunlara farklı alternatifleri dikkate alarak çözüm getirmeyi
amaçlaması nedeniyle isabetlidir.
Toplu
İş Sözleşmesi Yetkisine İlişkin Düzenlemeler
Geçtiğimiz son otuz yıl içinde
endüstriyel ilişkiler sistemimizin uluslararası ve ulusal platformlarda en çok
eleştiri alan boyutlarının başında toplu sözleşme yetkisi için yasanın gerekli
gördüğü ön koşullar ve özellikle işkolu barajı gelmiştir. Bilindiği gibi, bir
işçi sendikasının bir işyerinde ya da işletmede toplu iş sözleşmesi yetkisi
elde edebilmesi için öncelikle kurulu bulunduğu işkolunda çalışan işçilerin en
az yüzde 10’unu, bu koşulu sağladıktan sonra da işyeri ya da işletmede çalışan
işçilerin yarıdan bir fazlasını, yani salt çoğunluğunu temsil etmesi
gerekiyordu. Oysa ILO organlarının içtihatlarına göre, çalışanların toplu
pazarlık hakkını kısıtlayan işkolu ya da ulusal düzeydeki sayısal temsil
koşulları örgütlenme ve toplu pazarlık özgürlüklerine aykırıdır. TİS yetkisinin
tanımlanabilmesi için işyerinde çalışan işçilerin yarıdan fazlasını, işletme
sözleşmesinde ise yüzde 40’ının üyesi bulunması koşulunu öngörmüştür. İşletmede
sözleşmesinde birden çok sendikanın yüzde 40 ya da daha fazla üyeye sahip
olması halinde başvuru tarihinde en çok üyeye sahip sendikanın toplu sözleşme
yapma yetkisine sahip olacağı belirtilmiştir. 6356 sayılı yeni yasa ise işkolu
temsil oranını yüzde 3’e düşürmüştür. 41. Madde 1.fıkraya göre, “kurulu
bulunduğu işkolunda çalışan işçilerin en az yüzde üçünün üyesi bulunması
şartıyla işçi sendikası, toplu iş sözleşmesi kapsamına girecek işyerinde
başvuru tarihinde çalışan işçilerin yarıdan fazlasının, işletmede ise yüzde
kırkının kendi üyesi bulunması kaydıyla bu işyeri veya işletme için toplu iş
sözleşmesi yapmaya yetkilidir.” İşkolu barajındaki bu indirime rağmen
sendikacılığımız ve ILO ilkeleri yönünden işkolu barajının önemi devam
edecektir. Öte yandan, 2822 sayılı Kanunda yer verilmeyen Bakanlığın olumsuz
yetki tespitine karşı itiraz işlemine açıklık getirmek için 43. Maddenin 4. ve
5. fıkralarında olumlu bir düzenleme yapılmıştır. Buna göre, “kendisine yetki
şartlarına sahip olmadığı bildirilen işçi sendikası altı iş günü içinde yetkili
olup olmadığının tespiti için dava açabilir. Mahkeme açılan davayı o işkolunda
çalışan işçilerin en az yüzde üçünü üye kaydeden işçi sendikaları ile işveren
sendikası veya sendika üyesi olmayan işverene de bildirir. Mahkeme davayı iki
ay içinde sonuçlandırır. İtiraz karar kesinleşinceye kadar yetki işlemlerini
durdurur.” Geçmişte Yargıtay bu davaları kabul edip aynı doğrultuda
sonuçlandırıyordu.3 Yasadaki düzenleme de kuşkusuz yerinde olmuştur. Yüzde
üçlük işkolu temsil anlamındaki tespit ise Bakanlığın ocak ve temmuz
aylarındaki istatistikleri üzerinden yapılmaktadır ki bu verilere de Ankara İş
Mahkemesi’nde dava açılması mümkündür.
Yrd. Doç. Dr. Özgür Başyiğit 'e teşekkürler
Yorumlar
Yorum Gönder