İş Hukuku Pratikler
İŞ VE SOSYAL GÜVENLİK HUKUKU PRATİK ÇALIŞMASI
KONU: TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİNİN HÜKÜMLERİ
OLAY I: Aydın, 01.01.2008
tarihinde işe girmiş ve üyesi bulunduğu sendika tarafından söz konusu işyerinde
geçerli olmak üzere 01.02.2008 tarihinde toplu iş sözleşmesi yapılmıştır.
Yapılan toplu iş sözleşmesiyle işçilerin iş sözleşmelerinin kıdem tazminatına
hak kazandıracak biçimde sona erdiği durumlarda ödenecek tazminatın hesabında
askerlikte geçen sürenin de dikkate alınması kararlaştırılmıştır. Aydın
işyerinde 2 yıl çalıştıktan sonra askere gitmiş on beş aylık askerlik süresini
tamamladıktan sonra işveren tarafından tekrar işe alınmış ve bir yıl daha bu
şekilde bu şekilde çalıştıktan sonra işveren tarafından verimsiz çalıştığı
gerekçe gösterilerek iş sözleşmesine son verilmiştir.
Soru: Aydın toplu iş sözleşmesinden yararlanabilecek
midir? Aydın kıdem tazminatına hak kazanmış mıdır? Hak kazandığını varsayarsak
ödenecek tazminata ilişkin kıdem süresi ne şekilde hesaplanacaktır?
OLAY II: Feriha’ya ait işyerinde
yürütülen toplu görüşmeler esnasında taraflar belirli bazı konularda anlaşma
sağlamışlar ve bunu imzalamak suretiyle tutanağa geçirmişlerdir. Söz konusu
tutanakta işçilere yakacak yardımı olarak kıdemlerine göre ödeme yapılacağı,
ancak taban rakamın bir yıl için 180 TL olacağı hüküm altına alınmıştır. Fakat
ücret konusunda anlaşma sağlanamamıştır. Grev ve lokavt aşamalarının
geçilmesini müteakip taraflar toplu iş sözleşmesi imzalamışlar ve daha önce
mutabakata varılan tutanağı da aynen geçirmişlerdir. Ancak işçi sendikası
imzayı takiben toplu iş sözleşmesinde yakacak yardımı için tavan rakamın bir
yıl için 180 TL olduğu tespit etmiş ve işverenden hesap yapılırken mutabakatı
esas almasını istemiştir.
Soru 2: İşçilerin yakacak yardımının hesabında taraflarca
imzalanan mutabakat metnindeki düzenleme mi yoksa toplu iş sözleşmesindeki
hüküm mü esas alınacaktır? Açıklayınız.
OLAY III: Ahser A.Ş. isimli
işyerinde yürürlükte olan toplu iş sözleşmesinde memurlara benzer biçimde bir
takım disiplin cezaları öngörülmüştür. Buna göre işyerinde yalan söylemek için
uyarı cezası, itaatsiz tavır takınmak durumunda ise kınama cezası verileceği
kararlaştırılmış, bu iki durum dışındaki hallerde ise özel bazı yaptırımlar
öngörülmüştür. İşçilerden Birsen rahatsızlığı dolayısıyla bir gün işe
gelememiş, ertesi gün işyerinde savunması alınmış ve kendisine uyarı cezası
verilmiştir. Birsen, bu durum karşısında rahatsız olmuştur.
Soru 3: Toplu iş sözleşmesiyle yasada yer almayan
disiplin yaptırımları getirilebilir mi? Yaşanan olay karşısında Birsen’in
elinde herhangi bir hukuki imkan var mıdır? Açıklayınız.
Cevap 3: Öncelikle belirtmek
gerekir ki toplu iş sözleşmesi düzenlemeleri özerklik hükümleri çerçevesinde
taraflara geniş bir serbesti çizmektedir. Dolayısıyla tarafların toplu iş sözleşmesi
dairesinde de sözleşme serbestisinin getireceği imkanlardan
faydalanabileceklerine kuşku yoktur. Ancak bu serbestiyi sınırsız-sonsuz bir
yapı olarak ta görmemek gerekir. Bu sınır esasen mevzuatımızın emredici
hükümlerinde saklıdır. Olaydaki sorun mevzuatımızda işçiler için öngörülmeyen bir
takım disiplin yaptırımlarına toplu iş sözleşmesinde yer verilip
verilemeyeceğine ilişkindir. Kanaatimizce serbestideki kural oldukça yardımcı
olacaktır. Buna göre taraflar mevzuatın emredici hükümlerine aykırı düzenlemeler
yapamamakla birlikte boşluk bulunan durumlarda yeni kurallar getirebilirler. İş
mevzuatımızda da uyarı gibi kınama gibi yaptırımlar olmadığına göre toplu iş
sözleşmesinde bu tür bir kurala yer verilmesi mevzuata aykırılık olarak değil
bir boşluğun doldurulması olarak görülmeli ve geçerli addedilmelidir.
Birsen’in durumuna
bakarsak, kendisi keyfi olarak değil rahatsızlığı dolayısıyla işyerine
gelemediğine ve kaldı ki yalan da söylemediğine göre uyarı cezasını
gerektirecek bir durum söz konusu değildir. Dolayısıyla Birsen’e uygulanan
yaptırımın haksız olduğuna kuşku yoktur. Peki Birsen bu durum karşısında ne
yapabilir. Bu gibi durumlar karşısında ne yazık ki bir fikir birliği söz konusu
değildir. Dolayısıyla iki ayrı görüş ön plana çıkmaktadır:
a)
TİS.nin taraflarına, yasalara
aykırı olmamak koşulu ile T.İ.S.’ne objektif hukuk kuralı koyma yetkisi
verilmiştir. Bu çerçevede olmak üzere
yanlar, T.İ.S.’ne işyerindeki çalışma disiplinini sağlamak amacıyla disiplin
suçları ve disiplin cezalarına ilişkin hükümler koyabilirler. Bu tür
düzenlemeler iş hukuku alanına girmiş ve benimsenmiştir. Yeter ki getirecekleri
hükümler yasanın açık bir hükmüne aykırı olmasın. Böylece tarafların objektif
hukuk kuralları çerçevesinde kendi aralarında oluşturdukları kurallar aracılığıyla
karara bağladıkları disiplin suçlarına karşı dava açılamaz. Özel hukuk
çerçevesinde verilen bu tür disiplin cezalarına karşı itiraz ve iptal davası
açılabileceğine dair iş kanunlarında bir hüküm de yoktur. Disiplin hükümleri
aktin feshi veya sair bir mali etkiye yol açmadığı sürece mahkeme denetimine
tabi olmamalıdır. Kaldı ki mahkemenin işveren yerine kaim olarak hüküm tesis
etmesi de mümkün değildir. Dolayısıyla böylesi durumlarda işverenin iradesini
ortadan kaldıracak bir biçimde yargı yoluna gidilmesi söz konusu olamaz. Artı
verilen cezanın bir mali etkisi de olmadığından dolayı işçi açısından açık bir
haksızlık olarak değerlendirilmesi de söz konusu değildir. İşçi işyerinde varsa
disiplin kuruluna yoksa işverene yönelik bir itiraz silsilesi izlemek
zorundadır.
b)
Herhangi bir disiplin cezasına
maruz kalan işçi gerek fiil bakımından ve gerekse ceza bakımından verilen
cezanın T.İ.S. düzenlenmesine aykırı olduğunu ileri sürerek yargı mercii önünde
dava açıp bu cezanın sözleşmeye uygun olmadığının tespitini ve iptalini
isteyebilmelidir. Zira taraflar her ne kadar tis ile bir takım disiplin
kuralları getirebilirlerse de bu konudaki yetkiyi doğrudan doğruya mevzuattan
almaktadırlar. Diğer bir deyişle T.İ.S.’deki hükümler hukuki dayanağını aynı
kanundan aldığına göre uyuşmazlık bu yönü ile de olaydaki ihtilaf bu kanunun
uygulamasından doğan bir uyuşmazlık niteliği taşımaktadır. Sonuçta işverenin
davranışı toplu iş sözleşmesine değil TİSGLK hükümlerine aykırılık teşkil
etmektedir. Kaldı ki işverene böylesi bir durumda yasal yollara
başvurulamayacağı gibi bir gücün bahşedilmesi mali etkisi olmasa dahi işyerinde
hakkaniyete aykırı durumlara ve hatta işyeri barışını tehdit edecek hallere
dahi sebep olabilecektir. Kanaatimiz bu görüşün yerinde olduğu
doğrultusundadır.
Cevap 2: Toplu iş hukuku açısından taraf iradeleri
büyük bir önem taşımaktadır. Ancak yüksek mahkemenin de kabul ettiği üzere bu
önemin doğrudan kaynağı toplu iş sözleşmesinin bizatihi kendisidir. Bu itibarla
taraflar daha önce ne tür bir mutabakat metnine imza atarlarsa atsınlar ve dahi
bu metinler resmi arabulucu tarafından düzenlense bile iradelerin somutlaştığı
ana hukuksal mekanizma toplu iş sözleşmesidir. Kaldı ki tarafların Taraf
yetkilileri toplu iş sözleşmesi metnini imzaladıklarına göre sözleşme metninin
tümünün bilgileri dahilinde olduğunun ve iradelerinin bu yolda oluştuğunun
kabulü gerekir. İşçi sendikasının bu türlü bir durumda haklı çıkabilmesi için
elindeki tek imkan sözleşmesinin imzası esnasında rızayı fesada uğratan hukuki
bir sebebin varlığını ortaya koyması ve kuşkusuz bu durumu inandırıcı
delillerle isbat etmesidir. Ancak olayda tehdit, hile gibi bir durum söz konusu
olmadığı gibi sırf sendikanın basiretsizliğinden dolayı hatadan kaynaklı bir
sakatlığın varlığını ortaya koymak açık, kesin ve ciddi haller haricinde
hakkaniyete aykırı olacağı gibi ve sırf bu halden dolayı mutabakatın esas
alınması gibi hukukumuzda yer almayan bir çözümü kabul etmek de yerinde
görülemez.
Cevap 1 : Bir işçinin işyerinde geçerli olan toplu iş
sözleşmesinden yararlanabilmesi için öncelikle Sendikalar Kanunu anlamında işçi
sıfatına sahip olması gerekmektedir. Olayda verilen verilerden Aydın’ın bu
sıfata sahip olduğuna kuşku yoktur. Bununla birlikte ek olarak yararlanmak
isteyen işçinin toplu iş sözleşmesinin tarafı sendikaya üye olması yahut
dayanışma aidatı ödemek suretiyle bu hususa ilişkin talepte bulunması
gerekmektedir. Aydın taraf sendikaya da üye olduğuna göre toplu iş sözleşmesinin
imza tarihinden itibaren bu toplu iş sözleşmesinden yararlanabilecektir.
Esasen verimsizlik ve yetersizlik iş sözleşmesinin fesih sebepleri
arasında yer almaktadır. Bununla birlikte böylesi bir iddianın işveren
tarafından emsal işçi esas gösterilmek suretiyle ispatlanması gerektiğine kuşku
olamaz. Ancak her şeye rağmen bu tür bir sebebe dayanılarak yapılan fesih
işleminin gerekli ispat koşulu vaki olsa dahi sözleşmenin haklı feshi anlamına
gelmeyeceği açıktır. İş kanunumuz haklı fesih nedenlerini saymıştır.
Devamsızlık, hatırlatıldığı halde işin yapılmaması gibi ağır durumlarda haklı
bir fesih nedeninin olacağına kuşku yoktur. Ancak verimsizlik bu denli ağır bir
sebep olmadığı için haklı fesih nedeni olarak değerlendirilemeyecektir. Bununla
birlikte işverenin buna tahammül etmesini beklemek de yerinde görülemez. Bu
bakımdan söz konusu sebep haklı değil geçerli bir sebep oluşturur. Dolayısıyla
işçi iş güvencesi hükümlerinden yararlanma imkanına sahip olmamakla birlikte
kıdem ve ihbar tazminatı haklarına sahiptir.
Kıdem tazminatının hesabında İş Kanunumuz iş sözleşmesinin devam ettiği
süreyi esas almaktadır, olaydaki toplu iş sözleşmesi ise bu süreye askerlik
süresini de dahil etmiştir. Kural olarak askerlik süresi çalışılan veya
çalışılmış gibi sayılan süreler arasında yer almamaktadır. Bu durumda olayda
bir çelişkinin söz konusu olduğunu belirtmek gerekir. Eğer toplu iş sözleşmesi
hükümleri esas alınırsa 4 yıl 3 ay üzerinden kıdem tazminatı hesabına gidilecek
ve dolayısıyla işçi 127,5 günlük ücreti mukabili kıdem tazminatı alacaktır.
Ancak iş kanunu hükümleri uygulanırsa işçi 3 yıllık çalışması üzerinden 90
günlük ücreti üzerinden kıdem tazminatına hak kazanacaktır. Esasen toplu iş
sözleşmesi özerkliği gereğince toplu iş sözleşmesi hükümleri yasa değerindeyse
de burada mevzuata aykırı olmama yönünde getirilen net bir sınırlama ölçütü
vardır. Bu itibarla toplu iş sözleşmesi hükümlerinin yasamızın emredici
düzenlemelerine aykırı olması mümkün olmayıp bu gibi hallerde yasal
düzenlemeler toplu iş sözleşmesi yerine geçecektir. Kaldı ki İş Kanunumuzun
kıdem tazminatının hangi hallerde ödeneceği ve ne şekilde hesaplanacağı
olgusuna ilişkin düzenlemesi kamu düzeni ile ilgilidir. Bu hükmün düzenlemeye
aykırı bir biçimde genişletilmesi toplum düzenini dahi sarsacak sonuçlara neden
olabilir, herhalukarda daraltılamayacağına ise kuşku yoktur. Bu nedenle aykırı
uygulamalara ilgili yasada ceza yaptırımı getirilmiştir. Yasanın bu açık
hükmüne aykırı olan toplu iş sözleşmesindeki düzenleme geçerli değildir.
Dolayısıyla, toplu iş sözleşmesine dayalı işçi isteğinin reddi gerekir.
**********
ZİRVE ÜNİVERSİTESİ HUKUK
FAKÜLTESİ
İŞ VE SOSYAL GÜVENLİK HUKUKU
PRATİK ÇALIŞMASI
(CEVAPSIZDIR, BİLGİ MAKSATLI
OLARAK HER TÜR İLETİŞİM ARACI YOLUYLA ŞAHSIMLA TEMASA GEÇEBİLİRSİNİZ)
OLAY I: Ali Giresun’da kurulu bulunan bir çikolata ve Bursa’da kurulu bulunan
bir bisküvi fabrikasının sahibidir. Bu işyerlerinin girdiği işkolunda çalışan
işçilerin %14’ünü temsil eden A-İş sendikası söz konusu işyerlerinde yürürlükte
olan toplu iş sözleşmesinin 01.12.2005’de sona erecek olması nedeniyle toplu iş
sözleşmesi yetkisi alabilmek için başvuruda bulunur. Bursa’daki fabrikada 70
belirsiz, 30 belirli, 20 kısmi süreli iş sözleşmesi ile çalışan işçi ile 5
stajer ve 10’da yemek işini üstlenen Catering A.Ş.’de çalışan işçi
bulunmaktadır. Giresun’daki fabrikada çalışan 60 işçinin tamamı belirsiz süreli
iş sözleşmesi ile çalışmakla birlikte Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında 30 da
mevsimlik içi çalışmaktadır. Bu işyerlerinde A-İş’in 95 üyesi vardır.
Soru: A-İş’in yetki için hangi tarihte
başvurabilir? A-İş toplu iş sözleşmesi yapabilmek için gerekli yetki
koşullarına sahip midir?
OLAY II: Aylin metal işkolunda bulunan Bursa’da kurulu bir işyerinin sahibidir.
Söz konusu işyerinde toplu iş sözleşmesi yetkisi almak isteyen Metal-İş
tarafından yetki başvurusunda bulunulmuş ve yapılan incelemede sendikanın
gerekli koşullara sahip olduğu tespit edilerek yetki belgesi verilmiştir. Bu
işlemi takiben işveren ile sendika arasında bir toplu iş sözleşmesi imzalanmıştır.
Ancak Bakanlık tarafından yapılan incelemede Aylin’e ait aynı işkolunda
Bilecik’te başka bir işyerinin ve ayrıca İstanbul’da da şirket merkezinin
bulunduğu anlaşılmıştır. Bunun üzerine Metal-İş Bilecik’teki işyerinde toplu iş
sözleşmesi yapabilmek amacıyla yeni bir yetki başvurusunda bulunmuş; ancak
sendika şirket merkezinin toplu iş
sözleşmesi kapsamı dışında bırakılması hususunda işverenle anlaşmıştır.
Soru : Metal-İş’in yapmış olduğu yetki başvuruları yerinde midir? Tarafların
anlaşarak bir kısım işyerlerini toplu iş sözleşmesi kapsamı dışında bırakması
mümkün müdür? Açıklayınız.
Yorumlar
Yorum Gönder