Ekstra - Beynelmilel Dağarcık 2 -

Adını unutmasam iyiydi :/ Biz en iyis Şirine diyelim :)
Frankfurt'ta güneşli bir gün. Hava cıvıl cıvıl. Ötüşen kuşlar, kelebekler vesair.. Kalktım dil kursuna gidiyorum. Ama o da ne?! Gitmek istediğim güzergahtaki tren seferleri iptal. Kaldığım yer de Rodelheim. Hani Antep'in Cinderesi, Monopoly'de Dolapdere gibi bir yer. Tek tren hattı var. (bir durak öteye gitsem Frankfurt şehir dışı tarifesi. o derece). Gittim sordum soruşturdum. Demesinler mi, "taksiyle git" (içimden de diyorum ki; aha yandık. Taksi 30-40 euro falan tutar) Gittim otobüs durağına, bekleyen onlarca kişi, dil kursunun da saati yaklaşıyor. Otobüs sistemini de henüz çözememiştim. (sonradan öğrendim ki en zengin işi olan yol taksiymiş. Tramvay falan varmış 300m ötede. :( ah benim cahilliğim) Durağın yakınındaki taksilere giden bir bayan gördüm. Minnacık Almanca, biraz İngilizce karıştırıp anlattım, ilk tren istasyonuna kadar birlikte binelim parayı bölüşürüz dedim. Kadının gözleri parladı. Belli ki ilk kez duydu bu teklifi. Hemen kabul etti. Sonra iki takım elbiseli adam vardı, onlardan da rica ederseniz, gelseler, parayı da 4e böleriz dedim. Kadın adamlarla konuşmaya gitti (Kadın ne biçim sevindi ama). 4 kişi bindik taksiye 14euro tuttu. Bölüştük. Nasıl sevindiler anlatamam. :) Pratik zeka gerek Almanlara biraz... (Bayaaa)(Ve sonra öğrendim ki, trenlerin bozulduğu gün o güzergahtaki taksiler ücretsizmiş. Oha be)

Yine bir gün, girdim netto'ya (supermarkt) alışverişimi yaptım. Parayı ödedikten sonra cebimdeki bozuklarla birlikte artan para tam 5 euro olunca, bunu bütün ettireyim dedim. Demez olaydım. Bozuk 5 euro'yu kasiyere verdim. Almanca ve ingilizce anlatabildiğim kadar (kannst du geben ein geld 5euros für diese münze) parayı bütün yapmasını istedim. Anlamadı. Tekrar anlattım. Anlamadı. Tekrar anlattım. Anlamadı. Tekrar anlattım. Anlamadı. Tekr.... Yeter lan dedim. Parayı geri verir misin dedim; anlamadı, vermedi. geri verir misin dedim; anlamadı, vermedi. Lan ver paramı dedim.... (Güvenlik geldi, yanımda ters ters bakıyor, dedim aha yandık. Ver kurtul 5euro'yu). Yine vermedi, açık duran avucundan aldım paramı ve müşterilerin garip bakışlarıyla çıktım marketten. Aman yarabbim.. Bu nasıl bir zeka... :( (para mara bozmak istemeyin, bırakın bozuk kalsın, 3-5 gram fazla kalsın cebinizde, piyuvvv)

Frankfurt'ta en sevdiğim şeylerden biri iftar yemekleriydi. Evimde yaptığım iftar 3-5 tane. Onun dışında hep misafirdik ev arkadaşlarımla. Yine bir gün bir Türk ailesine gittik. Trabzonlu aile. Muazzam yemekler, harika ortam ve samimi muhabbetler. Neyse eve adımımı attığım andan itibaren zeki, şirin, sevimli, tatlı, glikoz bir kız sürekli gülüyor, yanıma geliyor falan. İlgilendim, konuştuk, bu sefer ailesine gitmiyor. Aldık başa belayı :)  (kuzenimle de yaşıt diye aklımda ışık çakmadı değil), (karadenizli kızlar biraz... değişik olur derdi İş hukuku hocam. Ondan korktum). Neyse evden çıkarken ayrıldık falan, öyle işte. Niyeyse anlatayım dedim :) Ama tabi adını unuttum şuan. Alzaymır.

Lüksemburg'da kimsenin sorularıma yanıt vermeyip benden resmen kaçması tam bir film senaryosu olur. Gezi grubumuzla gezerken market soracağız, ben gidiyorum soruyorum; önce ters bir bakış, iğrenme hissiyatı ve sonrasında yanıt vermeden gitme. Ve bu gezecek yerleri ve lavaboları sorarken tekrarlarınca durdum düşündüm. Ne vardı bende? Çözemedim. Aura değişsin diye gittim Paris tshirt'ünü değiştim hemen. Sonrasında düzeldiler, soruya yanıt verdiler enazından. Demek sorun bende değil Paris'teymiş. (Parisi sevmiyorlarsa demek...)(Pisikopat birine mi benziyorum acaba düşüncesi oluşmadı değil hani)

Yer Frankfurt, Günlerden boş olduğum ve gezmediğim bir haftasonu. Sıkılmalar yüksek derecede, izleyecek film, oynayacak PES kalmamış. Aradım bir arkadaşı, halı saha var dedi. Hani futbol oynayan biri değilimdir de; iş yok güç yok, gidek oynayak lan dedim (çaresizlik o kadar yüksek ki; futbol ayakkabım olmadan oynayacam. O derece biçare). Trene bindik. Gidiyoruz. Futbol sahası 15 dk. mesafede. Yüzümde tebessüm falan. Sonra arkadaş demesin mi "ya galiba yanlış trene bindik, hemen inmemiz lazım." (Haydaaaaa) Hemen indik trenden (bilet kontrolöründen kaçarcasına.) Doğru treni bulmamız 5 dakika aldı, bindik yeni trene, gidiyoruz. Sordum, doğru trenin bu olduğuna emin misin diye... Galiba dedi :) (HAYDAAAA) İçimde binbir şüpheyle (lan kuytuya götürüp öldürmesinler bizi? İkimiz de gayet çelimsiz duruyoruz Alaman gençlerinin yanında). Allahtan doğru trenmiş, indik. Saha 10 dk yürüme mesafesiymiş. Bir yağmur başladı kiiiiiii. (Antep'te yağan doluyu bilen bilir. Hah, onun yağmur versiyonu işte.) Islanmak ne kelime, sulandık resmen. Maç saati de geçmekte. Bilirim ki; dakik olan Alman rakiplerimiz maça kesin başlamıştır. Saha vardık ki, saha müthiş, yağmur muazzam ama maç başlamış. Almanlar sizi alamayız geç kaldınız demesin mi (Sen kalk, o kadar giyin, trenlerde ne korkular yaşa, yağmur banyosu yap, zar zor yetiş, sizi alamayız desinler). Rabbim de yağdırdıkça yağdırdı. Mecbur maçı bıraktılar, biz de geri döndük öyle. Dönerken de, tren hatları geçici süreliğine değişmesin mi? Gittim taaa öteki durağa. Pis yağmur yedik, vesselam...

Yer Wuppertal. Köln zamanlarım. İşverenim, avukatım, gezdirenim, yemek yedirenim İbrahim beyle mahkemedeyiz. Duruşma bitti (duruşmada avukatın dediğinin tam tersini söyleyen müvekkili görünce avukatlıktan soğudum. Davayı kaybedecek, sonra yok efendim vermiyorum parayı falan. Peh). Müvekkil, İbrahim bey, ben. Adliye binasının yemekhanesindeyiz. Birşeyler içelim dedik. O sırada hakim bey de geldi, 4-5 masa ilerimizde yemeğini aldı yiyor. Yemekhanede bir biz varız. Bizi görünce etik olmaz düşüncesiyle kalktı, yemeği 1 kaşık yiyip bıraktı. Ve gitti. Helal olsun dedim. Müthiş profesyonellik. (Türk versiyonu; "oooo nasılsınız hakimim ya, bırakın ben ısmarlayayım. Aaaa olur mu bak. Ben de bir tabak pırasa alayım.")

Sonuna "n" koysak, bizim dükkan :) -akrabalar bar mı açmış lan?-
Ve son, yer Prag. Wenceslas meydanı. HMMA 4lüsü (Ahmet eklenince isim değişti mecburen) gezmekteyiz. Ben meydanın fotoğrafını çekmeye dalmışım. Bizimkiler de gezmeye... Bir döndüm ki; kimse yok. Telefon, kapalı. (benimki de pintilik, Almanya dışında telefon tarifesi değişti diye hattı takmaya bile korktum. O derece fakirlik). Aradım aradım. Ama yoklar. Birkaç kişiye sordum (Do you know my friends? I'm looking for them)(Antwerp'teki statute muhabbeti gibi)(çok tırstım, nabim) yine yok. Boş durmayayım dedim, meydandaki heykeli çektim. Bekle bekle, yok. Metroya indim, yok. (nasıl bir hayal gücüm var. metro'da ne yapsınlar lan. Altımızda araba var, ne metrosu) Bakınıyorum yok. (o ne biçim korkmak). Ve sonunda üçü beni arayarak dönmesin mi! İlerideki opera binasına gitmişler. (Sanki operadan anlıyorlar ha. Pavarotti'yi biliyorlar sadece, o da Türk medyası sağolsun) Sen sen ol, gruptan ayrılma gezerken okurum. O korku yetiyor zaten insana (Operadan anlamam diye mi bu terkediş HMA?)

Ve 3 güzel şarkı keşfettirdi bu üç ay, mutluluk veren. Buyur okurcum
Aux Champs Elysees  
I want to hold your hand - Beatles
Bilsen -  Birsen Tezer

Bitti okurum bitti. 3 aylık süreç için anlatacaklarım bitti. Yetmez mi? Yeni ülkeler, yerler, kişiler oldukça hepsini paylaşacağım. Tu bi kontinyud :)

Lamborghini ile fotoğraf çektirmek nedir yav :S gören de bizde yok sanacak

Yorumlar