Bu Nasıl Özlemek? Brüksel - Brussels - Bruxelles
Merhaba okurlarım :) Beni özlediniz
biliyorum, ben de sizleri özledim ve bol bol gezerek tekrar geldim. Uzun ve bol
maceralı yazılarla yaz boyu buradayım.
(Tüm yaz başımızı şişirecek yine). Rotam şu şekilde oldu; Antep – İstanbul
– Brüksel – Paris – Lüksemburg – Köln – Amsterdam – Brüksel – Brugge – Gent –
Brüksel – İstanbul ve Antep.
CMYLMZ, ve ben. Espri tavsiyesi aldı. Hıı evet. Aldı diyorum ya |
Çok zorlu,
yorucu ve sinir harbi şeklinde geçen vize alma sürecinin ardından gecenin bir
kör vaktinde başladı yolculuğum. Birkaç saat otobüsü bekleyip, ve
klasik bir Türk geleneği olarak otobüs gelmeyince taksiye atlayıp gittik
Gaziantep Havalimanına. İstanbul’da havalimanında kapıya doğru giderken bir de
ne göreyim! Cem Yılmaz. Hani uçağı olan. Can Yılmaz’ın kardeşi olan. Hah o
işte. Çekine çekine yanına gittim; “abi sakıncası yoksa fotoğraf çekilmemiz
mümkün mü” dedim. Ne sakıncası olacak ki dedi, güldü ve fotoğraf çekildik. (ama adam çok artist yaaa. ne biçim havalı.
wuhuu)
Tenten fotoğrafı, kaybolmadan hemen önceki mutluluk :) |
İstanbuldan yine
rötarlı bir şekilde yağmur damlaları camdan süzülürken kalkan uçak yolculuğu
boyunca genelde uyudum (avrupa gezisi
esnasında da bolca uyudum hani.) Brüksel’e vardığımızda tek bir korku vardı
aklımda; “lan bizi içeri almazlarsa, sıkıntı çıkarırlarsa, cins cins sorular sorarlarsa
ne yaparım.” Ama bunların hiçbiri olmadı. Uzunca bir
sıra sonrasında 7 numaralı kabindeki kadını gözüme kestirdim. (pislik anlama sayın okurum, lütfen) Çünkü
sürekli gülüyor ve hemen damgayı vurup geçiriyordu. Dua ettim o kadar. Ve tam
da benim sıram geldiğinde 7 numaradaki kadın çağırdı beni. Acayip heyecanlı
gittim yanına. Pasaportu uzattım. Kadın gülerek; “merrğaba, nazılzın” demesin
mi :) ben de “guuuut, und dir?” dedim. Güldük eğlendik, az biraz sohbet ettik.
Neler yapacaksın falan diyip damgamı vurdu ve resmen Brüksel e giriş yaptım. (Brükselde bu kadınla tekrar karşılaşmamı
ilerleyen yazılarda anlatacağım okurcuğum)
Doğrudan kalacağımız 4 yıldızlı “the Helmet
Hotel”e (otelin reklamını yapayım da adam
kazansın. Çok iyi ağırladılar ya) gittikten ve eşyaları bıraktıktan sonra
çevreyi turladık. Orada otelin yanındaki St. Marie kilisesinde (Brüksel’e ilk adımların hevesiyle de)
bolca fotoğraf çekildik. (Ama herhangi
bir özelliği yok yani kilisenin. Çan, haç, mum ve turist) otelimizde harikulade bir kahvaltının ardından (o kaç çeşit peynirdir öyle ya. Şekerli patatesli yumurta bile vardı.
Enfes) (Canın çekti de mi okurum, sen de git, sen de ye. Hıh) Brüksel’i
gezelim dedik. İlk önce Atomium’a gittik, hiçbir değişiklik yok okurum. Yine
demir, yine o koca demiri tutmaya çalışan yüzlerce insan, yine WELCOME
yazısında fotoğraf çekilen onlarcası. (Biri
de ben tabi) Bir atomium maketi alayım dedim. En küçüğü (3 kibrit kutusu büyüklüğünde) 12€
olunca “yuro git” dedim ve almadım. (Çok
kötü bir espri, evet. Daha ne espriler gelecek dur hele) Daha sonra
Brüksel’in kalbine, Grote Markt’a (Grand
Palace) gittik. Orada yaptığımız “döne
döne fotoğraf çekilme seramonisinin” ardından (ki bunun mucidi benim sayın okurum) ara sokaklara daldım. Leonidaslar, Godivalar, Cote d’or çikolataları
ve krosan kokuları beni benden alırken meydanda ilginç iki bilgi edindim. İlk
olarak Grote Markt’ta bir yapı var. Bu
yapıyı yapan adam, bitirir bitirmez o binanın tepesinden atlayıp intihar etmiş.
(Sebebi
neydi kiii) Sebebi de kapıyı simetrik denk getirememesiymiş. Fotoğrafı
görünce anlarsın okurum. (Soldaki, hani elim belimde olan) (Hakikaten salakmış
yani) Diğer bilgiyi ise ilerleyen yazılarda söyleyeceğim (nihahaha) (Merak et biraz ya. Öyle hazırcı
olma okurum) Neyse efendim, orada konuştuğumuz insanlar şunu da söyledi;
Belçikada üniversiteye başlayan her 100 Türk’ten yalnızca 7’si mezun
olabiliyormuş. Ailelerin çoğu da okutmuyormuş zaten. Dolayısıyla Türk’lerin
eğitim düzeylerine bakış açısı bayağı olumsuz. (Ah biz ah…)
Çok karizmayız ama yaaa |
Grote Markt’da çikolatalar yine pahalıydı. Dantel
satan dükkanlar vardı, güzel güzel hediyecikler vardı ama ben paramı sona
saklamayı düşünüyordum ve Leonidas’a falan girmedim bile hani. Daha sonra
işeyen çocuğa doğru gittik. Orada öğrendim ki işeyen çocuğun kıyafeti belirli
aralıklarla önemli günlerde değişiyormuş (lan
ben gittiğimde niye çıplaktı). Bu değişen kıyafetler ise Manneken Pis
müzesinde sergileniyormuş. (Ulan nasıl para
kazanacaklarını çok iyi biliyorlar yaaaa) Tabiki de gitmedim oraya. Hatta
heykel dahi ilgimi çekmedi. Daha sonra arabaya dönerken Mümtaz hoca ile duvarda
tenten
resimlerine rastladık fotoğraf falan çektirelim darken bizimkileri kaybettik. (haydaaaaa) (Bu kayboluşlar devam edecek
okurcuğum) Arabayı ara ara yok. koştura koştura arabayı bulduktan sonra
otele gittik. Acaip yorulmuşum. Direkt uyuyakalmışım. Sabah gün uzundu ve Paris
yolları bizi bekliyordu. :)
Anneme dantel yaptırıp, satsam? İyi para lan |
Next: Arabadan atılmama sebep olan espri neydi? Otoban ücreti Fransa’da
ne kadar? Periperich nedir? Demba Ba kaç € indirim sağlar? Notre Dam
kilisesinin duvarlarındaki o ilginç hikayelerde neler anlatılıyor? Fransa’nın
sıfır noktası neresi? Sıfır noktası nedir sahi? Paris’e özgü şehir temizleme
sistemi nasıl birşey? (süper birşey) Kilisedeki çan en fazla kaç kg olur? Notre
Damme’ın kamburu nereden geliyor? Ve
daha neler nelerrrr.. Bir sonraki yazıda okurcuğum.
Görüşürüz :)
Grote Markt, Panaromik :) |
Yorumlar
Yorum Gönder