Ya Anılar Tekrar Canlanırsa? Gezerek Bitmeyen Şehir : Paris - 1. Kısım

Pantheon, Paris Asri Mezarlığı :) (Ben çektim lan, valla)
Sabahın çok erken saatlerinde, henüz uyku göz kapaklarındayken düştük Paris yollarına. Yemyeşil ve ormanlık Belçika otobanları (otoban dilimize Almanca’dan girmiş. Autobahn Almanca otoyol demek. Auto araba, bahn yol. Araba yolu) içinde usulca ilerlerken (ilerliyormuşuz yani. Ben uyuyordum o esnada) yolda durup kahvaltılık birşeyler aldık. Ama ne kahvaltı hani. Hayallerimin kahvaltısı, özlemlerimin kahvaltısı.
Krosan (tereyağlı, çıtır çıtır), Kahve (Sade, Schwarz), Bouchee (Çikolatada nirvana. Muhteşem ötesi. Ölünür o tada) ve kulaklıktan gelen Amelie film müziği (Blogda çalan müzik, buyrun https://www.youtube.com/watch?v=H2-1u8xvk54) ile inanılmaz bir mutlulukla kahvaltımı yaptım. (o esnada arabadaki diğerleri kütür kütür yiyorlardı. ögg :/ (BİR ÇAY ŞEKERİ DAHA VERSENE HACI)) Kahvaltımı muazzam orman manzarası ve yukarıda saydığım enfes şeylerle yaptıktan sonra bir an sessizlik oldu arabada. Müzik açayım dedim. “Çarşambayı Sel Aldı” şarkısı geldi rastgele. Hemen değiştirdim müziği. Millet neden değiştin falan darken yapıştırdım cevabı: “Bugün salı, bu müziği yarın dinleyelim.” … … .. .. Bu cevaptan sonra hemen ani bir fren sesi geldi. Tüm gözler bana bakarken daha da gerildi ortam. Ben gülümserken arabadan atmaya çalıştılar beni. (Otobanın ortası, Fransa Belçika arasında sessiz sakin bir yer. Kurt murt kapar beni mazallah) Baktım sıkıntı olacak, aman hocam yapmayın etmeyin. Bir daha espri yaparsam atın beni arabadan söz falan diyerek geri oturdum. (Piyuvvv)

Sorbonne Hukuk Fakültesi, biz de anca kapısında foto çekilelim.
Fransa ülke sınırından Paris’e kadar olan mesafede Fransa otoyollarına verdiğimiz yaklaşık 14€ bizi kahretse de (Daha bu tutar artacak, 25€ falan olacak dur hele) Paris’e vardık saat 10 gibi. İkinci bir geç kahvaltının ardından düştük Paris’i gezdirecek rehberimizin peşine. Yolda sürekli périphérique tabelalarını görüyor ve merak ediyordum. (Acaba teleferik falan mı var lan Paris’te diyordum) Merakımı rehber giderdi. Çevre yolu demekmiş.. Hayal kırıklığı… Ne hayaller kurmuştum be. (Hele bir de sürekli Sakre Kor diye okuduğum “Sacre Cour”un aslında Sakre Kör diye okunduğu söylendiğinde yüzümün halini görmeliydin okurum) İlk durağımız Fransa’nın ünlü kişilerinin mezarlığı idi. “Pantheon” deniyor oraya. Şairler, yazarlar, siyasiler, Fransız devlet adamları, hukukçular, akademisyenler… Bolca ünlü var. (Orada sadece Napolyon’un mezarı yok. Ona da ayrı bir yer yapmışlar) (Napolyon’a muhteşem önem veriyor ve saygı duyuyor Fransızlar.) Daha sonra Fransa’nın en iyi hukuk fakültesinin olduğu Sorbonne Üniversitesi’ne gittik. (Sorbon diye okunuyor okurum) Hukuk Felsefesi derslerimin efsanesi Auguste Comte heykelinde fotoğraf çekilip, girip ders dinlemenin sadece belirli kişilere nasip olduğu dersliğin kapısında fotoğraf çekildik. (ne büyük erdeeeem) (Fransa’nın tüm devlet dairelerinin giriş kapısında “Liberte, Egalite, Fraternite” yazarmış. Özgürlük, Eşitlik ve Adalet. Bu da bilgidir yani) Daha sonra La Fountain’de fotoğraf çekilirken (Sevgililer Çeşmesi)(Kimle gezdi lan bu?) Fildişi Sahili’nin diktatör liderini eleştiren, yönetimin halini anlatan bir eyleme rastladık. Polis karışmıyordu. Şaşırdık. Çok şaşırdık. (YOK ARTIK) Akabinde Paris’in ortasından geçen Sein nehri üzerindeki 45 köprünün tamamının farklı mimari tasarım ve özelliklerde olduğunu öğrenip hepsini ayrı bir gözle incelemeye başladım. Yeni köprü yapılacaksa tamamen özgün olmak zorundaymış proje. Gerçekten muhteşemler.

Aşıklar Çeşmesi ve aşığına koşan arkadaki adam :/
Fransa’da Sein nehrini vakti zamanında durdurup altına katlarca zift, çakıl ve beton dökmüşler ve günümüzde bunun faydasını görüyorlar nehrin altındaki 5 katlı metro tünelleriyle. Çok harika bir mimari anlayış. Ve bomba geliyor, 1854 ile 1861 yılları arasında Napolyon şehirdeki tüm ama tüm binaları yıktırıp şehri baştan dizayn etmiş. Hala da bu projeyi kullanıyor adamlar (X ili Belediyesi imar plan değişikliği kararı aldı, tanıdık bir haber olsa gerek)(Fransız hayranı mı oldun sen acaba sayın yazar? Okura cevap, hayır tabi. Bitte!) Şehrin temizleme sistemi ise bir başka hayranlık uyandıracak güzellikte. Şöyle ki, gece şehir uyuduktan sonra şehrin dört bir yanındaki mazgallar açılıp Sein nehrinin suları tazyikle birlikte yolları temizleye temizleye tüm pisliği belirli yerlere götürüyormuş. Arada kalan küçük pislikler için ise çok az sayıda temizlik işçisi çalıştırıyorlarmış. Ve bu sistem uzunca yıllardır mevcut. (Ülkemin tüm fertleri kesinlikle en az bir defa yurtdışında gezmeli. NET)

Ulan tek tek hepsini nasıl çizdiniz? Kral Kapısı
3.5 Ton ağırlığında çan’ı olan Notre Dame Katedrali’ne geldiğimizde (Sacre Cour’un çanı tam tamına 15 ton okurum. ONNNN BEŞŞŞ Yuhrehberimizin anlattıkları yine hayranlık uyandırıyordu. Kilise’nin kapılarında hikaye edilen şeyler heykelleri vs kuru kuru gezmemem gerektiğini öğretti bana. (Gidiyor, kuru kuru fotoğraf çekilip mutlu olup dönüyordum. Peh)(Notre Dame “Bizim Hanım” anlamındaymış (diğer bir deyişle Bizim Avrat)) Yapımı 174 yıl süren katedralin 3 kapısı var. Meryem ana, Kral kapısı ve gül-haç kapısı. Gül-haç kapısında 2 figür var. Biri hristiyanlığı diğeri ise yahudiliği temsil ediyormuş. Uzun uzun anlatmadan kısaca demek gerekir ki; yahudilik inancına baya gönderme var. Beli kırık halde, egodan gözü kör olmuş, asası kırılmış, kafasında yılan olan bir heykel var yahudiliği temsilen. Kral kapısında ise 12 havarinin heykelleri var. Her havarinin ayağının altında bir kral var. Burada krallara gönderme varmış. Havarilerin ayaklarının altında olabilirsiniz en fazla diye. Ayrıca 12 havarinin ortasında Hz. İsa var. mahşer gününü anlatan bir olayı canlandırmışlar. Hz İsa’nın elinde terazi, sağ tarafında melek; sol tarafında şeytan var. Şeytanın yanında 7-8 insan. Sefil haldeler. Meleklerin yanındakiler ise mutlu. Cennet ve Cehenneme gidenleri tasvir ediyormuş. Son olarak Meryem kapısını da gördükten sonra kilisede küçük bir ayin dinleyip içim sıkılıp çıktım. Hakikaten çok kasvetli. Katedralin önünde bir metal var. Fransa’nın sıfır noktasını temsil ediyormuş. Tüm yol hesapları bu noktadan yapılıyormuş. Böyle işte. Çok da merak edilecek birşey değilmiş sıfır noktası :) 

Hepimizin merak ettiği bir soru var. Bu Notre Dame'ın kamburu nedir arkadaş? Olay şu... Fransız devriminden sonra bu katedral ahıra çevrilmiş (politik bir espri değildir, valla gerçek) ve bakımsızlık sonucu bir süre sonra tavan biraz çökmeye başlamış. Bu mimari yapının bu denli eziyet çekmesine dayanamayan Victor Hugo, yapının yenilenmesi için bu yapıda geçen bir aşk hikayesi tasarlar. Çanı çalan zangoç (çan çalan kişilere zangoç deniyor. Bu adamlar sağır olurmuş hep) ile çingene kızının aşkını anlatan bu roman Fransa'da yankı uyandırmış ve bunun sonucunda katedral de kurtulmuş. Böyle işte.

(Paris’teki ilk günümüz daha devam edecek okurum. Şimdi seni de sıkmayayım diye bitiriyorum yazıyı)
Sıfır Noktası, merak ettiğin şey bu. aha
Next: Demba Ba ne kadar indirim yaptırır? (Hakikaten anlatacam ama bak) “Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler” gerçek mi? Türkiye’den gelen bakanlar hangi otelde kaça kalıyor? (çok da merak ettik haniiii) Miss No Thanks (no thanks diyen kadın), Champs Elysee’de tüm maaşı verip pizza yemek... Zafer Takı’nda Türklere karşı resmedilen figür nedir? (Arkadan ver müziği, ırmağıınıııın akışınaaaa), Eiffel’de Türk güvenlik görevlisi ile muhabbetlerimiz nelerdi? Ajanlar hakikaten bizi takip etti mi? (Piyuvvv), Fransa'da trafik cezası yemek her Türk'ün kaderi mi?

Yorumlar