Ya Anılar Tekrar Canlanırsa? Gezerek Bitmeyen Şehir : Paris - 2. Kısım


Merhaba okurum J Paris gezimizi anlatırken sana bir bayram hediyesi vereyim dedim. Hah. Bu videodaki müzik eşliğinde okuyabilirsin yazıyı. (Beğenmedin mi hediyeyi. Ohooo ne yapayım okurum, hediye mi göndereyim bir de) Başlıyoruz. Hir vi go (HERE WE GO!)


İlluminati misin lan? Louvre müzesi, yine.
150 yıl önce yaşayan birinin gelip de evini rahatlıkla bulabileceği bir şehirmiş Paris. Gezimize devam ederken rehberimizin verdiği bu ilginç bilgi sonrası; Fransa’nın en iyi org çalan adamının olduğu Notre Dame Katedrali’nden Louvre müzesinin oraya doğru gidiyorduk. (Ama canımız da Paris’ten birşey almak istiyordu) Birkaç tane Senegalli satıcıya rastladık. Başladım konuşmaya. (Not, bu alışveriş esnasında suç işliyoruz. ehe) 3 anahtarlığı 1 euro’ya satarım dedi. Ben rehberimize baktım, rehber bana baktı ve rehberimiz konuşmaya başladı satıcı ile. Bu sefer rehberimiz yuro git esprisi yaptı. (kimse birşey demedi, çifte standart var yav. Bu espriyi ben yapsam.. neyse) Başladık pazarlığa, en nihayetinde 5 anahtarlık 1€ olmuş ve yanında bir de Eiffel kulesi almıştım. (Küçüğünden, ucuz olanından) Bu pazarlık esnasında elimizi güçlendiren Demba Ba, Musa Sow ve Senegal-Türkiye ilişkileri olmuştu :) Demba baaaa demba baaaa bestesini söyleyerek ayrıldık oradan. Yeri gelmişken meşhurrr “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” muhabbetini anlatayım. Bir rivayete göre kraliçe halktan o kadar kopuk olduğu için böyle bir gaf yapmış. Diğer bir rivayete göre ise; (bu daha mantıklı) makarna anlamındaki “pasta” kelimesini kastetmiş Matmazel/Madame (gıralıçam diyen bir karakter vardı “Yedi Numara” dizisinde. O aklıma geldi, neyse)

Louvre müzesinde fotoğraf çekildikten sonra (yine içine girmedim, inadım inat. heh) Concorde meydanında “Crillon Hotel” de bakanlarımızın geceliği 4-5bin €’ya kaldığı bilgisi şaşırtmıştı bizi. (Bakanların kalmasına değil, 4-5bin €’ya bir gecede neler yapılabileceği hayaline şaşırdık)(5 bin yuro nedir arkadaş! yuro git) Oradan (ama ne biçim yoruluyoruz anlatamam. Yürü yürü bitmiyor yol) Champs Elysee’ye giderken Auuuux Champs Elyseee şarkısını açtık. (Telefonda müzik dinleyerek yürüyen ergenleri kınamamalıydım. Kınadığım başıma geldi. Heh) Rehberimize de “Buranın kirası ne kadar yaav” gibi klasik Türk soruları soruyorduk. (Ben sordum, hıh)(Merak ettiyseniz, kirası aylık 40bin€, 400bin€ da depozitoymuş. Evet, Yuh..) E o kadar “Şanzelize”ye geldik. (Aracımızı kapalı otoparka koyduk. Ödeme yerini arıyoruz. Kadının birine sormak için eksküz mi (excuse me) dedim. (Kadın ne havalı ama). Kadın döndü, “no thanks” dedi. O kadar mı sefil görünüyordum lan?) Neyse efendim, Birşeyler yiyelim dedik. Gözümüzü kararttık girdik bir pizzacıya. Pizza Pino. Masaları birleştirdik. Şef de bizim rehberi tanıyormuş, özel müşterilerine yaptığı ikram olan Grissini-Yeşil zeytin getirdi. Pizzalar gelene kadar onu yedik. (Valla. Cidden özel müşterilerine getiriyorlarmış)(Bi dakka lan. Biz niye özel müşteriyiz?). Somon balıklı pizza seçtim. (Fiyatı en son söyleyeceğim). Pizza geldi. Bildiğin lavaş ekmek üzerinde balık var ince dilimli. Öğkkk. O kadar para verdik. Bir de açlık tavan yapmış. Yedik efendim. Hesap özeti; süper bir mekanda yemek yeme hazzı, bu havayı atma, basit bir pizza, grissini, su, yeşil zeytin: yaklaşık 20€ yani 60 TL!… (Ver arkadan ağlama efektini uğurcuğum) Akabinde Zafer Takı’nda Türk komutanın Fransız komutanın atının ayağına secde etmiş figürünü görüp milliyetçi duygularımızı kabarttık. (Enes hoca, onuncu yıl marşını söylerken, birimiz bayrak çıkardık. Birkaçımız o heykele tırmanmaya çalıştık. Polisler, Jandarmalar… Piyuvvv) Daha sonra evimize gidip. Uyuduk. O aradaki şeyleri anlatmayacağım. Sonraki gün daha da uzundu. (Hostel rezaletti ama yaaa)

Eiffel'e zıplanarak çıkılmıyor. Çok denedim. Kesin bilgi. Yayalım
Sabah gözümüzü 17€’luk hatalı park cezasıyla açarken hemen eiffel’e gidelim dedik. Sabah namazını kılıp yola çıktık (O kadar da değil). Ama eiffele vardığımızda açılmasına 1,5 saat vardı ve en önde bizdik. O kadar erken gelmiştik. (Eiffel’e de zam gelmiş lan. 15,50€ olmuş.) 1,5 saatlik bekleme esnasında (sıradan da ayrılamıyoruz) Türk güvenlik görevlisi ile uzun uzun sohbet ettik. Selfie çubuğuyla fotoğraf çekildik, turistlerin “sıra buradan mı başlıyor” sorularına yanıt verdik. 1,5 saat geçti, girişler başladı, kaotik bir yukarı çıkışın ardından fotoğraf çekilmeye başladık. O esnada Mümtaz hocaya “herkes Türk’e benziyor. Bu nasıl iş lan” derken adamın biri döndü. “Biz Türküz zaten” dedi. (Ben şok. Ben yerin dibinde. Ben eiffel’den atlamak…) Yine mümtaz hoca ile eiffelden merdivenle inelim dedik. Bir kat indikten sonra diğer katın merdivenlerini bulamadık (haydaaa) ve Eiffel içinde kaybolduk. (gülme okurum, lütfen). Zar zor bizim grubu bulduktan sonra birşeyler yiyelim dedik. Subway (metro istasyonu olan değil, fastfood restoranı olan Subway) aradık aradık aradık aradık ve zar zor bulup oturduk yedik. Dükkan bizden sonra dolduuu taştı (sayın yazar, neden illa Subway? Neden ekmek arası kaşar değil? okura cevap, sanane okurum. Allah Allaaah. Paramız çok napalım) (Meyve fiyatları fotoğrafı gördüğün gibi okurum. Pahalı diyorum pahalı)
Karpuz kaç para öyle ya. Yuh :'(

Daha sonra, daha önce hiç gitmediğim Versay sarayına doğru yola çıktık. Kaç kilometre hatırlamıyorum ama o yolda da uyumuştum. Saray muazzam. Harika, harikulade. Muhteşem. Dehşetengiz. Süper. Simetri hastalarını tatmin edecek kadar düzenli bir yerleşim var. Hayran kaldım. (kaldık) (bizde de saray var… Neyse. Yazımız politik bir yazıya dönmesin) Orada kiraladığımız bisikletle kilometrelerce gezdiiik gezdiiik gezdik. Ben böyle hayran kalmadım doğal güzelliğe. Ağaçlar, sular, nehirler, çiçekler, böcekler (böcek yok), kuşlar, sincaplar, temiz hava. Oh miss. Daha sonra Sacre Cour’un bulunduğu Ressamlar Tepesi’ne gittik (Montmarte). Bir kafede sırayla gizlice abdest alıp (teker teker gidiyoruz. Diğerleri aşağıda soda ısmarladı onu içtiler.) arabada namaz kıldıktan sonra gezmeye başladık. (Arabada namaz kılmayı, zar zor abdest almayı özlemişim lan) Amelie filmini izleyen bilir, tüm o mekanları gezdik. Amelie ablamızı yâd ettik. (kızın erkeğe fotoğraf koleksiyonunu geri verdiği, erkeğin çizgilere bakarak defteri aradığı yer. Atlı karınca var hani. Bildin mi?). 3 Kenya’lı (Konya değil, Kenya) Hasan’la yolumuzu kesti. Zorla kolumuza ip takıp para isteyecekler. Ben sert yanıt verip kurtuldum ama Hasan tecrübesizliğinin kurbanı olarak para verdi :/ Sonra birkaç hediyelik daha alıp Champs Elysee’ye doğru yol almaya başladık. Çevrede otopark yok. Gittik zorla bir yer bulduk. Çek Cumhuriyeti Büyükelçiliği’ne aitmiş. Yok çekin arabanızı falan dediler. Çektik. Biraz ilerisindeki parkta da kaşar-baget kombinasyonu yiyelim dedik. 30 dakikalık yeme faslında bir kadın ve bir adam bizi gözetlemiş sürekli. Naptık arkadaşım? çekin arabanızı dediniz çektik. (Neyse sakinim)(Kalabalıktan ürktülerse demek)(Paranoya değil, cidden). Birkaç saatlik McCafe’de seçim analizi yaptıktan sonra (oturduk siyaset konuştuk. Evet. Paris’te. Ben siyaset konuşmadım. Cidden. Ben o esnada şiir yazıyordum. Hı hı) döndük hostelimize. Sabah istikamet Lüksemburg’du ve yollar uzundu :)
Ben bu simetriye vuruldum aslında, Versay bahçeleri
Paris gün sonunda o kadar etkilemişti ki bizi, bu sözü söylemeden edemedim… Paris’te sanatçı olmamak sanatçı olmaktan daha zor. O derece sanata zorlayan bir şehir. Paris’ten şair çıkmasın da nereden çıksın? (Antep’ten mi? ha?)


Next: Otobanda bizden kaçan araba neden kaçtı? Lüksemburg’da milliyetçilik duyguları kabartan Piyano sesleri, Lüksemburg’da ev kiraları ve asgari ücret ne kadar? Lüksemburg’da da kaybolmak, Mümtaz hoca ve ben. Lüksemburg esprim sonrası yaşananlar neler? Köln’de neler değişmiş? Almanca muhabbet etmek ve Nirvana Café’yi arama çalışmaları, Seilbahn nedir? Ne değildir?

Yorumlar