Sakince Gezip Gelin E mi Oğlum? - Sessiz Sakin Şehirler: Lüksemburg & Köln

Sayın okurum merhaba. Huuuooov… Kime diy….. Hah, merhaba okurum, naber? Valla nolsun ben de iyiyim. İş güç, çoluk çocuk, koşuşturmaca, bu yazıyı da güneşlenirken elimde limonatam, kumsal, deniz, güneş falan öylece yazıyorum. (hava attı ya). (EVDE. SICAKTA ODADA YAZIYOR) Ne zamandır gezi yazısı yazmadığımı farkettim. Şimdi merak edeniniz vardır, sonra bekletmiş olmayayım, arkamdan da konuşmayın. (Kim merak edecek ki, peh). Neyse efendim. Başlıyoruz gezimizin 4. ve 5. gününde Lüksemburg ve Köln’de yaşadıklarıma, maceralara, eğlenmelere. (Hir wi go). Hazır mısın? Of.. Tamam bekliyorum


Geldin mi? Başlıyoruz :)

Lüksemburg - Manzara çok garip lan :/
Paris’ten, o güzelim hostelimizden 1.5 saat kadar gecikmeli çıkışımızın akabinde (gezi grubunda uyuyakalan, telefonu kapalı olan ve oda numarasını bilmediğiniz bir kişi olursa böyle bir sonuçla karşılaşıyorsunuz. Nabalım, bizim çilemiz de bu) (1 buçuk saatlik bekleme esnasında oturdum navigasyonu Türkçe’ye çevirdim, gideceğimiz rotayı buldum, telefonda oyun oynadım, odaları tek tek aradım, gittim odayı buldum, zorla uyuyan gezi arkadaşımızı buldum, onu uyandırmaya çalıştım, uyanırken bekledim. Arabada bekledim, odanın önünde bekledim. bekledim.) yola çıktık. Paris’ten çıkıp otobandan Lüksemburg’a ulaşalım dedik. Otoban’da gişede durduk. İki saat uğraşıyoruz, olmuyor. Kartı kabul etmedi, biz beceremedik, uğraştık yine kartı kabul etmedi, (o esnada arkamızdaki arabalar geri geri gidip diğer gişeye gittiler, bize artistik bir bakış attılar, hepimiz arabadan inip üzerlerine yürüdük, adam korktu kaçtı, ileride kaza yaptı kaçarken, gittik yardım ettik, hayatlarını kurtardık, tam kurtarmışken arabaları patladı, polis geldi, nezarete attılar, konsolosu aradık, iki üç ajan çağırdı, ajanlar bizi nezaretten kaçırdı falan filan… İyi film senaryosu yazıyorum lan) en son becerip otobana girebildik. (Paris’ten Lüksemburg’a otoban ücreti 25€ ödedik. Fransızları yine zengin ettik) (Eiffel’e o kadar para ver, Şanzelize esnafını zengin et, o kadar yiyecek içecek al, parfüm al. e daha napalım ha?) Neyse, Lüksemburg’a ulaştık. Tam da geçen gidişimizde Tourist Information’a uğradığımız William Meydanı’na gittik. Rehberimiz ile karşılaştık. (Rehbere para vermeyelim, hem ingilizce anlatıyor hem birşey anlamıyoruz dedim. Dinletemedim. Sakalım yok ki arkadaş) Meydana bir piyano koymuşlar. O piyanoda birşeyler çalıp, bir siteye ekleyip birinci olana umre varmış :) (Şaka şaka. İpod falan veriyorlarmış. Ben de tam anlamadım.) Bizim rehber oturdu İstiklal Marşı’nı çaldı. (Millet baktı, turistler baktı, biz gaza geldik. Enes yine arabadan bayrağı alıp meydanda koşuşturmaya başladı. Biz 10. yıl marşını söylerken, yoldan geçen turistleri dövdük. Hepsi göbek yapıp bıyık bırakma kararı aldı. Bu da film senaryosudur).

Rehberimiz bizi gezdirirken inanılmaz bilgiler verdi. Mesela en basit bir ev kirası aylık 1400€ imiş. Asgari ücret ise 3bin€ olup, bir memur 4bin 500€ alıyormuş falan işte. Bir an hepimizin kafasının yanında ampül belirdi. Hepimiz Lüksemburg’a taşınıp arabada yaşayaıp fazla parayı da Türkiye’ye gönderecektik. Lüksemburg’un başkenti Lüksemburg şehrinde (evet başkent ile aynı isim. Bunlar hep cahillikten okurum. Öğrenmiş oldun işte)(okuruna cahil diyen blog yazarı tutuklandı) 250bin Lüksemburg’lu varmış. 280bin ise yabancı (Suriyelilerin Türkiye’deki durumu gibi işte). Yabancıların 800’ü Türk’müş. En fazla yabancı ülke Portekizlilermiş. 80bin imiş onlar da. Gelir vergisi ve işçilerin ödemesi gereken vergiler çok düşükmüş (Vergi Hukuku’na ne ara geldiyse konu). Dükalık yönetimi varmış. İspanya Kral’ına bağlıymış Lüksemburg. Yıllık kişi başına milli gelir 84bin € imiş (Yuro git yaaaa. Yuh arkadaş. 84bin nedir? Seksen döööört binnnn. Hem de yuro) (Gelirleri 84bin € yaaa. yuh. aklım orada kaldı) (Ek bilgi, Avrupa Birliği’nin kurucusu Robert Schuman Lüksemburglu imiş. Heykelini gördük. Öyle işte)

Şehrin tamamının altında 20km’lik sığınaklar varmış. Pietrus nehrinin yanında, Pietrus vadisine kurulmuş şehir. (Kurtlar vadisi esprisi yapacaktım da, yapmadım. Bilin kıymetimi) Enfes doğal güzellikleri olduğunu geçen gidişimde söylemiştim zaten. (Şükür filler yok ama şimdi. Yüzlerce fil heykelcikleri. Heykel var, heykelcik var. Evet). Böyle biz mutlu mutlu gezerken bir espri yapayım dedim. Tam da sessizlik oluşmuştu. Dedim ki; “Lüksemburg ülkesine de başka isim yakışmazmış zaten. Adamlar adı üstünde LÜKS – emburg. Çok lüks arkadaş yaa. İsim cuk oturmuş.” Grup hemen arkasını dönüp hızlıca ilerlemeye başladı. Kendimi çok dışlanmış hissettim. Gidip Pietrus nehrine atladım. Kurtaran da olmayınca mecbur kendim yüzerek tekrar gruba katıldım. Daha sonra Altın Kız Heykeli’nin önünde bolca fotoğraf çekildik. (Altın kızı duyunca kız arkadaş mı yaptın sorusu soranlar oluyor. Yuh diyorum o arkadaşlarıma) Özgürlük anıtı diyormuş Lüksemburg halkı. Tabi benle Mümtaz hoca fotoğraf çekilmeye dalmışken, grup ilerlemiş. Biz de tabi döndük baktık kimse yok. Aradık aradık yok. Telefonlarımız da kapalı. Koşa koşa bizimkileri ararken nihayet bulduk. Onlar ise hala ilerliyordu. Bizim yokluğumuzun farkında bile değillermiş. (Peh). (Ama ararken ne koştuk yaaa. Böyle iki göbekli, penguen gibi koşuyor Lüksemburg sokaklarında. Dramdır bu dram!)

Daha sonra Köln’e geç kalmayalım diye akşama doğru yola çıktık. Almanya sınırından girince bir ferahlık geldi böyle içime. (Miss gibi ohh. Otoban boş, hız sınırı yok, arabalar süper). Tabi o esnada bizim arabadakilerden biri cahillik yaptı. Her yerde Ausfahrt tabelası var (Almanca otobandan çıkışı gösteren tabela işte). Bu Ausfahrt şehri nerde ya? Gidip gezelim bi on dakka dedi. Herkes bu teklifi ciddi ciddi düşünürken ben kahkaha attım. (Dalga geçtim baya. Sonra dalga geçtim diye beni arabadan atmaya kalktılar yine. Bilgili olmak zor zanaat okurum).


Seilbahn. Evet bu kadar ufacık. Farkındayız.
Köln’e girdik, hafiften şehir turu yaptık. Özlediğimi, çok özlediğimi farkettim. Gruba fikir verip, hadi teleferike binelim dedim. (Ben Köln’de iken hiç binmemiştim yav) (Seilbahn bu işte) Herkesin aklına yattı. Nehrin bir yakasından diğer yakasına gidiş geliş yapılıyor bu teleferikle. 4 kişilik. Ucuzdu. Ama ne kadar hatırlamıyorum şuan cidden. Baya baya kabile gibi kasanın başına gittik. Kadın “Almanca konuşanınız yok mu???” gibisinden bakarken ben yetiştim imdada. Gittim, kasiyerle Almanca muhabbet, pazarlık falan, mutlu mesut teleferike bindik. (binmeyin bence, o kadar da iyi bişi değil. Onun yerine gidin Stella d’oro dondurmacısında dondurma yiyin)(NİYE BURANIN REKLAMINI YAPIYORUM HEP? ÇÜNKÜ İYİ PARA VERDİLER REKLAMA). Akabinde otelimize usul usul gidip, odada Enes Almanya-Norveç kadın futbol maçını yorumlarken uyudum. (Bakın bu dramdır)

Sabah erken kalkmıştım, hava güzeldi. Yorgunluk kalmamıştı. Canım Almanca konuşma istedi. Baktım bizimkilerde umut yok, otelin yanındaki Aral benzin istasyonuna gittim. Almanca konuşa konuşa krosanımı kahvemi falan aldım otele döndüm (Otelde yemek yokmuş. Hostel hatta. Otel değil). Hostelin önünde iki Türk’le karşılaştık, nereden geldiniz falan derken adam kahvaltılık bir yer önerdi. 2 km ötede Nirvana Café diye bir yer var. Açık büfe ve çok hoş dedi. Aklımıza da yatınca (krosanı boşuna yedim yaaa) yola çıktık. 2 km gittik, café falan yok. 3 KM, 4 KM… Café falan yok. Geri döndük yolu tekrar kontrol ettik. Café yine yok. tekrar geri döndük ve nihayet 2 değil, altıncı kilometrede Nirvana Café’yi bulduk. Öyle güzel bi mekan ki; ikinci defa tabağını doldurabiliyorsun. (Antep’te küçük tabak verip, bi daha alamazsın diyen pis esnaf, lütfen sen de oku) Yedik, içtik. Bi baktık, bizi davet eden Türk tüm kahvaltının parasını ödemiş. (Çok dua ettik adama çooook). Sonra da Köln şehir merkezine, Dom’un oralara gittik. Sağolsun Köln Belediyesi şehirde çok sayıda noktaya ücretsiz Wİ-Fİ koymuş (Çok dua ettik Belediye Başkanına ve Kuzey Ren Westfalya Eyaleti’ne çoook). Dom fotoğraflamaları, Hohenzollern köprüsü falan derken cuma vakti geldi. Namaz için Köln Merkez Camii’ne gittik (hani şu cam kubbeli, minareli olan. Süper cami yaaa). Namazı kıldıktan sonra grupça caminin yanındaki Aldi Market’e daldık. Alabildiğimiz kadar çikileta falan aldık, kasiyerleri hayran bıraktırdık. (Adamlar bizim sayemizde prim aldılar o ay, o derece).

Yine Dom, yine biz, yine arkada insanlar. Hala inşaat sürüyor Dom'da. (Yuh)


Neyse efendim, tekrar meydana dönüp Hasan, Emre, Enes, ben falan Stella d’oro oturup likörlü likörlü dondurmalarımızı yedik. (Yok lan, onlar pahalı. Valla) O esnada yağmur yağdı. Bir güzel de yağmur yedik. Ben gideyim yakında Netto’dan Chocolate Edition markalı muazzam tadı olan harikulade İsviçre çikolatasını alayım dedim. Navigasyonu açtım gidiyorum. Wi-Fi koptu. (ahanda rezalet başlıyor). Napayım nedeyim, gittim bir adama sordum. Dur navigasyondan bakalım panpa dedi. Bir de baktık ki 2-3 km falan var. (Nasıl yanlış rotaya girdiysem). Döndüm, vazgeçtim. Stella d’oro’ya gittim bizimkiler yok. (Aha yine kaybolmalar) Whatsapp üzerinden ara tara dönercide buldum. (Ya sen kalk o kadar Almanya’ya gel, akşam yemeğinde döner ye. Yuh ya). Dönerlerimizi yedikten sonra dönerken (espri yapsam mı ya?) rica ettim, Netto’ya uğrayalım dedim. Gittik zar zor Netto bulduk. Girdim, aradım, taradım. Benim o aradığım çikolata yok. Hayalkırıklığı :( (Dedim çikileta yoksa ben gelmiyorum. Zorla ikna ettiler)(İkna derken, kolumdan tutup getirmek hani). Sonra rota Amsterdam oldu, yola koyulduk

Günün sonunda akşama doğru Hollanda’ya gidiyor, Amsterdam yollarında  (Saat akşam 7’den sabah 6’ya kadar Hollanda’da da hız sınırı yok. Almanları kopyalayın paso yaaa) “Yolla yarim tez yolla” şarkısı dinleyerek mutluluk hormunu salgılıyorduk.

Görüşürüz okurum :)

Next: Amsterdam’da ölümle kucaklaşmak nasıl bir his? Sahi ölümle kucaklaşmak nasıl bir his? Uyuşturucu olarak esrarın etkisine giren Enes ve yaptıkları neler? Domuz yağlı patatesi kimler yemedi? Yiyenlere noldu? O patatesleri kim yedirdi? Bizdeki Yedigün markası, Hollanda’da ne? Alman anneler çocuklarına şiddet uygular mı? Bana kim içki ısmarladı? (Yuh) ve daha neleeeer neler… (Amsterdam macerası nirvanadır gözümde. O derece.)
   
Lüksemburg'a taşınma fikri aklımıza geldiğinde babalarımız (TEMSİLİ) 


Lüksemburg'a taşınma fikri aklımıza geldiği zaman biz (TEMSİLİ)

Yorumlar