Kanal, Esrar ve Bolca Biz: Esrarengiz Şehir Amsterdam

Kafa bi milyon :) Amsterdam etkisi
“Merhaba okurum” Ne var ne yok? Diğer gezi yazılarına da başladığım gibi başlayayım dedim yine. Nasılsın nasıl gidiyor? Nolsun, bizde de koşuşturmaca işte. (Evet, şuanki durumumu bilenler için bu yaptığım gayet kötü bir espri). İş güçten vakit bulursam evdeki “Bouchee” stoğumu bitirmeye çalışıyorum. (Sonra Müslüm neden kilolu… İşte sebebi). Bu yazının konusu, Amsterdam. Nam-ı diğer Esrarengiz şehir :) (Bu kötü espri sonrası ruh halimi anlıyorsundur umarım sayın okurum. Bu espriyi eski gezi yazısında da yapmıştım sanırım ya). HAZIRSAN, BAŞLIYORUZ!

Amsterdam’a, 4 yıldızlı otelimize yerleştikten sonra (Yaaa. Bu yazar parayı buldu ya; hostelde falan da kalmaz artık. 4 yıldız nedir arkadaş!)(Ancak tabi otel çevresinde adam bıçakladıklarını falan duyduktan sonra niye çok pahalı olmadığını anladık) wi-fi bulma sevinciyle gerekli iletişimlerimizi kurduktan sonra uyuduk. (Oda 4 kişilik. 4 yıldızda paramız buna yetti. Ben, Enes, Hasan ve Emre.)(Evet, yine Enes)(İlk ben uyudum. Diğerleri geç de uyumuş olabilir. Lan? Yoksa?). Sabah otelden ayrılmak için valizleri topladığımızda kahvaltı salonuna inelim dedik. Muhteşem ötesi şeyler. Çeşit çeşit peynirler, meyve tabakları, değişik değişik salamlar, krosanlar falanlar filanlar. (Hala içimde uktedir. Bir krosan fazla yeseydim keşke diye)(salam yemedik, valla). Yedik, içtik, şehir merkezine gidelim de gezelim dedik. Dam meydanı denen, ipini koparan turistin geldiği meydana gittik. Ancak tabi yolda yanlışlıkla tramvay yolundan devam ettiğimiz için ceza yeme korkusunu da içimizde hissettik. Daha sonra zar zor bulduğumuz park yerine (tam da karakolun önü. Kesin birşey olacak, kesin) arabayı park ederek geziye başladık.

Ölüme Enes'i işaret ederken. Sarmaş dolaş :)
Dam Meydanı’na gider gitmez, meydandaki Madame Tussauds müzesine gidelim dedik. (Madam tuso diye okunuyor)(İçinde birçok ünlünün balmumu heykelinin olduğu)(Münir Özkul’un balmumu gibi değil. Obama, Merkel falan varmış). 22,5€ olması sebebiyle ben dışarıda takılırım dedim. Hatta fiyatı duyunca gruptan sadece 2 kişi gitti müzeye. Hasan ve Mümtaz hoca. (Aramızda en zengin olanlar açığa çıkıyor işte). Biz de onları beklerken birşeyler yapalım dedik. Dam Meydanı’nda ölümle (Azrail kostümü giymiş Senegal’liler ile) para karşılığında (1 yuro) kucaklaşmak ve fotoğraf çekilme fikri çok cazip geldi bize. Ama problem şu ki, hiç birimizde bozuk para yok (Hepiniz mi zenginsiniz lan). 5€’yu alıp bozdurup gelirim dedim. Gittim meydanda sosis ekmek satan adamdan rica ettim. (Hot-dog satıyor adam. Sıcak köpek. Evet iğrenç bir espri. Sustum). Adam durdu, bana baktı… Birşey alacak mısın dedi. Hayır dedim. Para bozamam öyleyse dedi. Bunun üzerine mutsuz mutsuz gruba geri döndüm. Olanları Enes’e anlatınca sinirlendi tabi. Zor tuttuk Enes’i :). Ben de gidip biraz ilerideki Simit Sarayı’nda bozdurdum parayı. (Para bozdurmak istediğimi gözüme bakarak anladı. Helal adama) Sonra da bol bol fotoğraf çekildik Azrail ile. (Ulan o değil de, azrail kostümlü adam durduğu yerden para kazanıyor. Günde 500 kişi fotoğraf çektirse, günlük 500€. İyi para lan.)

Hasan müzeden çıktıktan sonra, Enes’i de yanımıza alıp Amsterdam haritamız ile bir gezinti yapalım düşüncesiyle yola çıktık. Amsterdam kanallar üzerine kurulu olan bir şehir. Araba ile yolculuk çok zor. Dolayısıyla bisiklet çok çok fazla. (800bin nüfuslu şehirde 1 milyon bisiklet varmış. Yaa) Amsterdam sokaklarında gezerken ilk şok, köprünün dibinde esrar çeken kadındı. Resmen uçmuştu. Bizim dünyadan değildi sorsanız ona. Sonra birşeyler alalım diye küçük bir büfeye girdik Enes ile. Hasan dışarıda bekledi bizi. Girer girmez içerideki esrar kokusundan (esrar kokusunu bilmezdim. Amsterdam sağolsun öğretti) dayanamadım hemen dışarı çıktım. Arkadan gelen Enes, heyecanlı heyecanlı “adamlar esrar içiyordu lan” dedi. (Çok şaşırdık, Enes’i zor teskin ettik. Adamlar nasıl esrar içer lan. (Evet, ironi yaptım)). Daha sonra tamamen yanlışlıkla (hıı evet yanlışlıkla. Bırak yaa)(Hep Enes’in yüzünden. Ben sola dönelim dedim. Yok efendim sağ dedi. Haritayı ters tutuyormuş :/) Redlight denilen bölgeye girdik. (Bölgenin namını bilen bilir. Frankfurt’ta Taunusstraße gibi. Daha büyüğü). Hemen hatamızı anlayıp çıktık fakat uslanmadık. Yol üzerinde bir salı pazarı gördük. Gidip ucuza hediyelik alalım düşüncesiyle (fikri veren bendim) daldık içeriye. Birkaç dükkan geçtikten sonra bir dükkanın kokusunu içime çektim ki… Esrar dükkanıymış. (Marijuana Shop). Başım dönmeye, dilim uyuşmaya başladı. Derken ikinci dükkanın yanından da geçince hemen çıkalım dedim. O esnada Enes ve Hasan ne dedi falan hiç hatırlamıyorum. (Manyağız, evet). Meydana dönüş yolunda bir adam bizi durdurup bize içki ısmarladı. Hasan da sağolsun davetine icabet etti. E o kadar gelmişiz Amsterdam’a. İçki de mi içmeyah.

Hasan esrar etkisindeyken, Enes Redlight'e gitmediğimiz için mutsuz
Grupla kararlaştırdığımız saatte Dam Meydanı’nda buluşunca gidip bir kafede oturup gelmeyenleri bekleyelim dedik. (İşin aslı, Wi-Fi krizimiz tutmuştu) Starbucks, McCafe falan hepsi tıklım tıklım. Adım atacak yer yok. Mecburen girmeden herkes kendi ayrı takılsın bu çevrede kararını aldık. Az biraz dinlenmek için meydanda bir yere oturdum. Oturduktan 2 dakika sonra etrafımda takım elbiseli, güneş gözlüklü adamlar, polis motorları falan birikmeye başladı. Tırstım tabi. Ama tabi bir suç işlememenin özgüveniyle kımıldamadım. (Sonra neden gözaltına aldılar diye sor kendine Müslüm. Aferin. Biz seni gezmeye gönderelim, sen polise artistlik yap. Aferin oğlum aferin. Adam olma sen. -Babam-). Meğer 10 dakika sonra öğrendim ki, bulunduğum yerin üstündeki balkonda ünlü birisi (Taylor Swift mi lan? Yok değilmiş. Tanımıyorum) opera konseri verecekmiş. Boşuna korkmuşum. ehehehe. Akabinde tüm grup meydanda toplandıktan sonra, gidelim tekne turuna katılalım fikri atıldı ortaya. İstikamet tekneler diyip yola koyulduk (Tabi o esnada gruptan ayrılıp kaybolan Emre’yi bulma çalışmalarına hiç girmiyorum). Yolda canım çekti, Amsterdam patatesi yiyelim düşüncesiyle Kartoffeln dükkanına girdim. (Girmeden önce sordum tabi bizimkilerden daha önce -15 dakika önce- yiyenlere. Bir yer önerdiler. Helalmiş. Oraya gittim). 4-5€ paraya kıyıp patatesimi güzel güzel yedim. (1 gün sonra Brüksel’de öğrendik ki... O yediğimiz patatesler domuz yağlıymış. (Haydiii..)(Ama tadı güzeldi yaa)). (Ek bilgi, Türkiye’de Yedigün diye içtiğimiz sarı kola, Amsterdam’da “sisi” markasıyla satılıyordu. Bu da bilgidir yani)

İp ince evlerin yanyana dizildiği Amsterdam’da herkes uzun. Sadece turistler kısa. Hollanda’da erkeklerin boy ortalaması 1,84 metre, kadınların boy ortalaması ise 1,71 metreymiş. (Bizim ülkenin kızları da Messi gibi. 1,64 bizim kızlarda ortalama)(Bu mühim bilgiyi de verdikten sonra, gezimize devam edebiliriz okurum)

Meşhur domuz yağlı patatesimiz

Patates elimde, tekne kapısında bir süre bekledikten sonra doluştuk teknemize. Üstü kapalı güzel bişi. Tur boyunca yanından geçtiğimiz şeyleri 3-4 dilde anlatan rehber, ev fiyatlarının pahalı olması nedeniyle geceleri teknede kalan çok sayıda insanın olduğunu söyledi. (Ulan keşke dedem zamanında arsa alsaymış buralardan. Ahanda geldi klişe). Gezimiz devam ederken kanal üzerinde başka bir teknede evlenen çiftleri gördük. El salladı teknedeki herkes. Ama tabi aramızda evli olanlar yüzünü ekşitti. (Yazık ettin kendine diye mırıldanırken gördüm bizimkilerden birini. ehehe). Ayrıca Amsterdam’da zeminin yumuşak olmasından dolayı birçok evin öne doğru eğildiği bilgisini de verdi sayın kaptanımız. Ayrıca Victoria hotel diye biryer var. Hotel’in küçük bir bölümündeki evini satmayan ve hala orada oturan biri varmış. (Adam evinin değerini nasıl artırmıştır lan. Zeki adam tabi) Turumuz devam ederken sürekli yaramazlık yapan bir çocuk vardı. Yol boyu ağladı zırladı ağladı zırladı. En sonunda annesi pis dövdü çocuğu :) çocuk susuverdi. İki üç dakika sonra olanları unutup bana el salladı. (Kahretsin, çok seviliyorum işte yaa). Böyle işte.

Son olarak Amsterdam’dan çıkarken peynir falan almak isteyen grup markete doluştular. Birşeyler aldıktan sonra baktık çok açız, nereye gidelim diye marketteki Türk görevliye sorduk. Bir yer önerdi adam. Adını hiç hatırlamıyoruz ama müthiş bir sistem var. Şöyle ki, belli bir miktar ücret karşılığında sınırsız et getiriyorlar. İstediğin kadar. Masanın ortasındaki mangalda kendin pişiriyorsun. Tam bize göre :). Yedik yedik yedik yedik (evet, kilo alıyorum evet) ve akabinde Brüksel yolları bizi bekliyordu. Kulağımda kulaklık, yol boyu uykular ve güzel rüyalar merhaba diyordu

Next: Çikolata müzesinde neler oldu? Çikolata yapan adam neden zayıf? Nasıl zayıf? Brugges’te fayton kimi eziyordu? Gezi nasıl bitiyor? Dönüşte havaalanında neler oluyor? Grote Markt’taki sır nedir? Mümtaz hoca kaç kg çikolata aldı? Son gezi yazısı yakında! J Görüşürüz



Victoria Hotel ve zeki arsa sahibi (veresiye veren, peşin veren)

Yorumlar