Vedalar Hep Zor Olmuştur: Brugge-Gent-Brüksel
Brugge, karizma poz, biraz da sıcak |
Merhabalar okurum. Son gezi yazısının
içeriğini, bu yazıların yazın bitmesini planlamama rağmen neden Şubat ayına
kadar bitmediğini, blogdan ne kadar para kazandığımı, banka kartı şifrelerimi
falan merak ediyorsun biliyorum ama bunlardan yalnızca ilkine yanıt
verebilirim. Sen hazırsan, internet hazırsa, önünde bir tabak patlamış mısır da
varsa başlayabiliriz. Yok mu patlamış mısır? Ohoooo hadi patlat gel bekliyorum.
Tuz çok koyma kilo yapıyor. Bekliyorum hadi.
Mısırlar da hazır olduğuna göre,
başlıyoruz! (Mısırlar, Suriyeler,
Filistinler, İsveçler hepsi hazır. Evet iğrenç espri)
Yüzüğe kavuşmuş Gollum gibi :) kıymetlimissss |
Gezimizin 7. gününe girmiştik ve hiç
gitmediğim 2 şehre gidecektik Brüksel’in dışında. Sabahın erken saatinde
Brüksel’deki güzelim otelimizden gözlerde uyku dolu bir şekilde çıktık. Brüksel
şehir merkezinde bir kahvaltı yapalım, azıcık havamız olsun dedik. Çıktık şehir
merkezine, zar zor araba park edecek bir yer bulduk. O esnada millet bir
dükkanın vitrinindeki minik arabalara ilgi ile bakarak oyalanırken ben de bir
AldiMarkt bulayım; güzel güzel çikolatalar temin edeyim, paramın tümünü oraya
yatırayım dedim. Demez olaydım :) Google Maps sağolsun çevrede bir Aldi (Bizdeki bim, şok, a101 gibi bir market
işte) buldum ve o tarafa doğru yürüdüm. 100 mt civarıymış zaten. Gittim
baktım Aldi falan yok (haydaaa) orada
dükkanın önünü sulayan (Türk mü lan
yoksa?) esnaf bir gence sorayım dedim. İki saat derdimi anlattım, Aldi
nerede falan dedim. Birşeyler dedi. Anlamadım. Sonra teyit etmek için çat pat
Almancam ile sordum. Yine birşeyler dedi yine anlamadım. (Hobaaaa, küfür mü ediyor lan?) Sonra dedi ki “Fransızca yanıt
veriyorum, Fransızca bilmiyor musun?” :) Sonra farkettim ki adama hava olsun
diye “bonjuuooor” demiştim, adam da
Fransızca cevap vermiş tabi. (Ulan bir
düşün de mi, bu adam (ben) madem Fransızca biliyor neden Aldi marketi İngilizce
ve Almanca sorsun? Ha? Sinirlendim bak. Neyse). Tarif etti falan gittim,
Aldi kapalı. Döndüm bizim grubun yanına. Bizimkiler yoldaki bir arabanın
plakasına odaklanmış durumda ve muhabbetini yapıyorlar. Plakası “BZZZZZ”. Evet
bızzzzz diye plaka var. Bizde olsa… Neyse :)
+ BZZZZ PLAKALI ARAÇ, SAĞA ÇEK ÇABUK - Sağdayım zaten memur bey |
Sonra hep birlikte kahvaltı yapmak için (Avrupa usulü. Krosan, kahve) Exki
restoranına daldık. Kasiyer falan ürktü. (Nasıl
havalıyız nasıl, tüm maaşı iki krosana bir espressoya yatırdım. Ah ah)
Aldık kahvelerimizi krosanlarımızı bagetlerimizi yedik yedik yedik, millet
yerken ben hemen erkenden çıktım çikolata bulmaya (ne çikolataymış hacı ya? Altı üstü bouchee… Oha bouchee mi? Canım
çekti bak şimdi). Arabayı park ettiğimiz yerin yanında Carrefour var.
Daldım içeri. (Bizdeki gibi yine pahalı
Karfur mağazaları yaaa) Aldım çikolatalarımı. Kasaya gittim bi sürü
çikolatayla. (Kasiyer abla da pis pis
baktı ne çalıyor bu diye) İngilizce ne ki, ben Almanca konuşur alırım çatır
çatır deyip, çatır çatır olmasa da çat pat konuşarak aldım çikolatalarımı (Hani bize getirmedin, hani bana? hani
çikolatam? Bana almadın mı? Çikolata getirmedin mi?)(Bu soruları soran
arkadaşlarıma mesafe koydum geziden sonra. Haberiniz olsun yani)(Ben mi
önemliyim çikilata mı? Çikolata mı??? Kapat sayfayı okurum, kapat)
Akabinde Brüksel’in meydanı olan Grote
Markt’a gittik. Orada millet pahalı pahalı çikolata alma derdine düştü. (Leonidastan falan alıyorlar yaa)(Ben anca
kız istemeye gidince Leonidas götürürüm. O derece pahalı Leonidas) (Diğer
asistanların maaşı benden daha mı fazla lan yoksa?)(Önemli bilgi, ilk yazılarda Brüksel ile ilgili iki önemli bilgi vardı
ya hani. İkincisini söylüyorum, Brüksel’de meydanda bir heykel varmış. O
heykele dokunan bir daha gelirmiş muhakkak. Bol bol dokunduk. Böyle işte). Orada
millet sadece bakınıp, birşey almadıktan sonra çikolata müzesine gidelim dedik.
LGBT bayraklarının bulunduğu sokaktan 8-10 erkek gülüşerek geçtikten sonra (Lan?) çikolata müzesini bulduk. Orada
kapıda grup halinde girene çok daha fazla indirim yapıldığı yazıyordu. Biz de
kağıda göre “grup” sayılabilmemiz için iki kişi daha gerekiyordu. Yoldan girmek
isteyen iki kişi bulmak için neler çektik neler? (Hello, do you want to come with us to Chocolate Museum? No? Okay…
Sure? Okay…) İki kişiyi bulup müzeye girdik. (Arkadaş tam Türk’üz haaa. İki kuruş ucuz olsun diye yaptığımız şeye
bak) Çikolata müzesinde girişte kocaman bir kazanda çikolata var sıvı
halde. Üstten borudan akıyor böyle (Canım
çekti haa) Yanda da Eti Finger tarzı bisküviler var. Onları çikolataya
bandırıp bol bol yedik. Hem bedavaydı hem süper. Müze parasını o çikolatada
çıkardım :) (Çikolata yapımında su
kullanmıyormuş Belçikalılar. Bilgidir bu da) Sonra müzeyi dolaşırken
kenarda tabaklarda sütlü, beyaz ve bitter çikolata gördüm bol bol. Yedim tabi
onlardan da (Kilo uyarısı!!!) Sonra canlı çikolata yapımı 10 dakika sonra
başlayacak dendikten sonra yığıldık o odanın önüne. Bekledik. Beklerlen
çikolata yedik. Çikolata yerken bekledik. Sonra içeri girdik, en önde izledim. Çikolata
yapımı bitti, yapan adam yapılan çikolatalardan birer tane ikram etti. Ben 2-3
tane aldım. Sonra o adamla fotoğraf çekilip mutlu bir şekilde müzeden çıktık. (Müzeden çıkarken yine o kazana bisküvi
bandırmayı unutmadım tabi) (Çikolata yapan adam ipince-zayıftı. Nasıl mümkün
olabilir nasıl?)
Canı çeken parmak kaldırsın :) |
Çikolata müzesinden çıktıktan sonra Citroen
arabaların sergilendiği AutoWorld denilen yere gittik. Baktık içeriye giriş
pahalı, dışarıdaki birkaç arabayla fotoğraf çektirdik. (Fakirlik uyarısı!) Sonraaa Brugge’a gittik. Girişte Club Brugge
stadının yanından geçerken içim cız etti. (Ah
Tolga ah… Nasıl yedin o golü?) Brugge’nin (Brüj diye okunuyor. Bil yani okurum.) meydanı olan Burg meydanına
gittik, orada bir faytonun bir Türk’ü ezmesine şahit olduk, şu saatte meydanda
buluşalım diyerekten parçalara bölündük. (Ben,
Enes, Hasan). Elimizde zar zor bulduğumuz harita ile gezerken “Brugge’de en
fazla fotoğraf çekinilen yer” olan Rozen Hoedkaai meydanına gittik. Rekora
katkıda bulunup (Hiç de bir özelliği de
yok hani. Kanal, kayık, turist ve fotoğraf makinaları) tabak çanak çömlek
almak için hediyelikçi dükkanına (Geschenk-Geşenkçi)
girdik. Orada hediyeliklere bakarken ben bir hediyelik tabak düşürdüm. (Haydaaaaaa) Ama Allahtan kırılmadı. (Piyuvvv). Hediyelerimizi ve hatıra
olmalık eşyaları aldıktan sonra hızlıca çıktık. Meydana doğru yürürken bol bol tuğlalı evleri, dükkanları,
mekanları görünce “bu kadar tuğlayı
nereden bulmuşlar” dedi Hasan. Hemen engin bilgimle yanıt verdim. “Kıvanç Tatlı-tuğla hahahah” (Ya bu espri
nedir arkadaş yaaaa) Hasan ve Enes koşarak uzaklaştı :/ Vaktinde meydana
gidip, vaktinden sonra gelenleri bekledikten sonra Ghent’e doğru yola çıktık. (Arada yaşananlar var da bir sürü,
anlatmayayım şimdi. Bende kalsın birazı :))
Sıra sıra dizilmiş Sitröen arabalar |
Satılık 2. el Ferrari, pazarlık payı vardır, az yakar |
Ghent de Brugge gibi bir şehir. Çok sakin.
Pazar günü de olduğu için kimsecikler yok. Park yeri bulana kadar da öldük
zaten. Sonra navigasyon sayesinde meydanı bulup gezdik, hediyelik satan
dükkanların kapalı olduğunu gördük, fotoğraf çekildik ama sonra dayanamadık,
yorgunluktan geçip nehir kenarında (Brugge
ve Ghent su kıyısına kurulmuş şehirler) güneşin batışını izlerken
dinlendik, sohbet ettik, rahatladık. Pek fazla birşey yok Ghent’te çünkü her
yer kapalıydı. (Ama tabi ben, Hasan ve
Enes üçümüz geziyorduk yine. Diğer grup üyeleri Sıtarbakıs bulup oturmuş
yine)(Zengin hepsi arkadaş yaaa). Daha sonra ben arka koltukta uyurken
Brüksel yollarına koyulduk. Hedefim sadece uyumaktı. Brüksel’de de otelin
yanında güzel bir etli pideci bulduk (Olum
bu ne yaaa. Döner, kebap, etli pide falan.) Onu yiyip otelimize döndük,
uyuduk, toparlandık, valiz hazırlandık. Sabaha uçak vardı. İstikamet Türkiye
idi.
Rozen Hoedkaai denilen yer burası, evet. |
Son gün erkenden uyandık. Kalktım
hesapladım, tam 1800 km yol yapmıştık şuana dek araba ile. Programımız
şöyleydi, sabah Grote Markt’tan hediyeler, çikolatalar falan alıp havaalanına
gidecektik. Yolda giderken Türkçe konuşan navigasyonumuz “300 mt sonra, göbekten ayrılın” dedi. “Zayıflamamızı ve göbekten kurtulmamızı istiyor bu navigasyon. İyiymiş
lan” dedim. (Sonra… Ya hep mi
arabadan beni atarlar arkadaş ya…). Neyse meydana gittik, millet Leonidas’a
daldı. Ben de Mümtaz hocaya yancılık yapıp (Mümtaz
hoca ne çikolata aldı oradan beeee. Vay arkadaş hiç harcamayıp buraya
biriktirmiş resmen) bir iki çikolatanın tadına baktım. Sonra çıktık, dedim
ki “madem bu kadar geldik, bir waffle yiyelim lan..” herkes pahalı diye uzak
durdu. Yalnız iki kişi yedik. Kim? Evet tabii ki Mümtaz hoca ile ben. (Madame Tuso müzesine de Mümtaz hoca
gitmişti bak. Çok zengin Mümtaz hoca çoooook). Waffle dükkanı ararken bir
adama sorduk. Adam göbeğime bakarak “yeme bence” dedi. Niye dedim, Kilo yapar
dedi. (Bunu duyan Enes, “Müslüm’e şişman
mı diyorsun lan” diyerek adama daldı, ağzını burnunu kırdı, ayırmak bahanesiyle
ben de bir iki tekme attım, adam öldü, film senaryosu yazdım yine).
Havaalanına doğru yola çıktık.
Kiraladığımız aracı havaalanına bırakmadan önce benzin doldurmak için havaalanı
yanında durduk. Bir tane kız da o esnada otostop çekiyormuş. Bizimkiler de yol
sormak için kızın yanına yanaşınca kız heyecanlandı :) Sonra gitmediğimizi
anlayınca üzüldü tabi (Antwerp’e gidiyormuş.
Ne olurdu götürseydik? Üzdük bak kızı dedi Enes. Evet, Enes). Havaalanında
çıkış işlemi yaparken pasaporta mühür vurmak için kimi göreyim? Girişte bana
damga vuran kadın ve kocası. Birlikte çalışyorlarmış. Kadın telefonda
konuşurken kocası bana “Türk kadınları da böyle çok konuşuyor mu” dedi.
Damgayı vuranın o adam olması rahatlığıyla “Hepsi çok konuşuyor hepsi” dedim.
Kahkahalar içinde damgayı vurdu. Ve mutlu mesut, ben bedava yabancı gazeteleri
havaalanından alarak yola çıktık. Bol rötar içinde istikamet Gaziantep’ti ve
ben özlemlerdeydim. (Özlem kim?
Neyse)(Brüksel havaalanında herkes çok güler yüzlü idi ve kontroller çok yoğun
ve güvenlik manyağı bir halde değildi. Sevdim orayı da yani)
Yeni yurt dışı serüvenlerinde görüşmek üzere okurum, hoşçakal :)
Heykele de dokunduk, vizesiz girerim seneye yine ben |
İşte Brüksel Waffle'ı bu. Wundebar! |
Yorumlar
Yorum Gönder